Mektup 13: Anıların Devinimi

Bugün anılar ve deneyimler hakkında konuşmak istiyorum.

John Locke, ismi felsefe derslerinde çokça geçen bir adam. Kendisi bilginin kaynağı olarak yalnızca sonradan kazanılan deneyimleri sunuyordu ve kesinlikle aklın doğuştan bir bilgi bileceği ihtimaline olanak tanımıyordu.

Doğduğumuzda hiçbir bilgiye sahip olmayan bu bomboş kafaya "tabula rasa" (boş levha) adını vermişti. Yaşam tecrübelerimizle aldığımız bilgiler bu levhaya bir çentik atmak gibiydi. Her yeni bir çentikte geri dönüşü olmayan bir yola giriliyordu ve böylece bireyin aklı şekilleniyordu. - Kim bilir belki de bu boş levha zamanla bir heykele yontulma yolunda ilerliyordu? –

Öte yandan empirik felsefecilerin ortaya çıkmasına sebep olan kişiler bunun tam tersi bir olayı savunuyordu. Descartes gibi çeşitli rasyonalist filozoflar aklın daha önceden de bu çentiklerle dolu olduğunu yani doğumumuzdan evvel dünyaya bilgilerle geldiğimizi söylüyorlardı.

Birbirine tamamen zıt bu iki görüş beden-ruh, ateizm-teizm, aman varım-aman yokum gibi pek çok farklı şekle bürünerek bugün tekrar tekrar önümüze sunuluyor. Maddesel dünya ve onun deneyci yapısı empiriklerle ilişkilendirilirken ahiret inancı ve ebedi ruhun doğumu rasyonalistlerle ilişkilendirilir.

Teknik olarak burada kendi fikrimi savunmam, "Evet, buna inanıyorum. Bence bu doğru!" demem gerekiyor. Fakat iki tarafın da kendisine göre oldukça harika savunmaları var ve kendi fikrimi söylemek yerine ben bu sefer anılarla bağlantısından yola çıkıp rasyonal görüşlerimden bahsedeceğim.

Bazen farklı hissediyorum.

Herhangi bir anı yaşadığımızda teknik olarak anı yaşadığımızı anlamayız. Çünkü anın içerisinde bulunuruz ve üçüncü bir gözle bakamayız. Bunu ancak "Ah, yoruldum. Biraz soluklanayım." dediğimizde kenara çekilince görebiliriz. Bir partinin gerçek heyecanını kenarda bir şeyler içmeye çekilirken görürüz. Hayatın karmaşasını kendimizi eve kapatıp pencereden bakınca görürüz. Bir kavgayı ve bıraktığı izleri ancak kavgayı dışarıdan seyredersek anlarız. Tüm bu durumlar için temel şart önce olayın içinde bulunup sonradan dışarı çıkmaktır.

Farklı hissetmeme sebep olan duygular, anıları yaşarken bu üçüncül gözlemi rahatsız edici derecelerde yaşıyor olmam. Bazen bir şeyler duyumsarız; ilk kez tanıştığımız yeni arkadaşımızı sanki daha önce görmüşüzdür. Sanki ilk kez gördüğümüz manzaraya ya da tabloya daha önce bakmışızdır? Sanki orada daha önce bulunmuşuzdur?

Buna "hayal gücümün baştan çıkarıcılığı" demek istiyorum. İnsanları tanımanın ve ilk kez bulunan mekanları yabancılamamanın ötesinde bir şey bu. Sanki elini sıktığım insana daha önce de dokundum. Sanki bu gözlere daha evvel baktım. Sanki ben, daha önce bu ekşi elmayı ısırdım. Sanki ben daha önce bu çekiç sesini duydum. Hayır, hayır kısa bir zaman önce değildi; ben, tüm bu duyguları asırlar önce yaşadım.

Bu duyguları hissederken beni diğerlerinden farklı kılan şey bu. Bir elmayı koklarken, herhangi bir yaşamı olan herhangi bir insan olarak hissedebilirim kendimi. Belki o elmayı avcı toplayıcı atalarım koklamıştır? Kim bilir belki o gözlere Rönesans döneminde uzun uzun bakmışımdır? Belki bu çekiç sesi Haçlı Ordusunun ocağından geliyordur?

Zeitgeist (zamanın ruhu) terimi daha çok dönemin zihniyetini belirtmek için kullanılır. Bu üçüncül gözlemleri yaşarken yalnızca deneyimleri tekrarlamıyorum. Bir elma kokluyorsam o elmayı koklayan avcı toplayıcı atamın düşünce yapısı beni içine çekiyor. Dönemin kültürü örtük bir şekilde gözümün önüne geliyor.

Bu durumları hayal gücünün cazibesi olarak nitelendirdim çünkü bu satırlar okunurken oldukça uçuk anlar yaşadığım düşünülebilir. Hayır, bir elma koklarken bir avcı toplayıcıya dönüşmüyorum. Hayır, ben zamanlar arasında bir bağlantı kurmuyorum. Hayır, hayır ben uzay zamanda reekarne olmuş bir adam değilim.

Bu düşünceler, insan zihninin nasıl evrimleştiğini anlamamı sağlıyor. Çekiç sesini şimdi duymamla o zamanlarda duymam arasındaki fark nedir? Ortak noktalar yalnızca çekiç sesi midir? Bu hoş koku bana yüzyıllar öncesinden tanıdık geliyorsa aklımın yine aynı şeyleri düşünmesi nedendir? Deneyimimi tekrar mı ediyorum yoksa yeni bir deneyim yaşıyorum da tüm kolektif bilinç içerisindeki yerini mi saptıyorum?

Bu durum çok sık olmuyor, ki son zamanlarda hiç olmuyor. Fakat bunu yeniden yaşamak, deneyimler arasında bir bağlantı aramaksızın sürekli gidiş geliş yapan düşüncelerle tarih akışı boyunca yer aldığım noktayı görebilmek isterdim. Sonuçta bizler anılar biriktiren, bu anılara göre hayatımızı şekillendiren canlılarız. Anılar sayesinde neyin iyi neyin kötü olduğunu hatırlıyoruz. Böylece kendi hayatımızı garantiye almamız daha kolay oluyor.

Ama tarihin tekerrür etme durumu da bundan ibarettir. Anılar, biz bireylerin kafasında tek tek oluşmaktadır. Evet, anılar bize izler bıraktığında kime güvenemeyeceğimizi daha rahat öğreniriz. Böylece aynı hataya ikinci sefer düşmemeye çabalarız. Ama toplumsal açıdan birbirine bağlı zihinlerimiz olmadığı için çoğunluk tarafından bilinmeyen bilgiler zamanla yok olur ve genele ulaşamaz. Böylece bir kez güvenip hataya düştüğümüz topluluklara tekrar güvenip hatalar yaşamamız kaçınılmazdır. Bugün bunun önüne geçiş yolu "tarih bilinci" denilen şeydir.

Ama tüm bu bilgiler doğuştan da gelse sonradan da kazanılsa, yani önceden bir yaşamım olsun ya da olmasın, tüm bu anılar yine de beni ben yapar. Yaşamımın uzunluğunun bu noktada ne önemi kalır ki? Bir başlangıcı olmasa bile, tıpkı toplumlar gibi, insan zihninde de zamanla bilgiler silinip kaybolabilir. Boş levhamıza atılan çentikler, zamanla diğer çentikler tarafından kapatılmayacak mıdır? Yani ölümsüz olursak, tarih tekerrür etmez mi?

Burada tarihten ziyade anıların ve deneyimlerin tekerrür edip etmeyeceği sorgulanmalı. Bizler basit duygulara bile hemen boyun eğebilen canlılarız. Nasıl ki duygulara boyun eğiyoruz, o halde anılara ve deneyimlere de boyun eğiyoruz. Tekrarları kaçınılmaz bir hal aldığında belki de biz eskilerini unutuyoruz? Belki de düşündüğümüzden fazla anımız var?

Anılar iyi ya da kötü olsun fark etmez, hepsi geçmişte kaldı. İyi anıları da kötü anıları da sindirdik ve özümüze aldık. Bundan böyle dönüşü yok. Bu çentiklerin ilk ne zaman atıldığı önemli değil, çentiklerin işleyişi önemli. O halde üzerine düşünmemiz gereken asıl şey bilginin kaynağı ve doğuşu değil, onun ileriye dönük bir devinim gerçekleştirirken izlediği yoldur. Çünkü sirkülasyonuna rağmen dümdüz yolunda devam eden hafızamız, muhakkak harika bir bilmecedir.

Ve bu bilmeceyi ancak bilim çözebilir.

Yorumlar

Popüler Yayınlar