Mektup 8: Alperen Hakkında

Giriş Notu: Bir insanı tam anlamıyla anlatabilmek zor. Bu yazı onu tanımlamak için yeterli olmayacaktır. Buz dağının görünmeyen kısmı daha çok hoşuma gidiyor. Onu tanımak demek kendimi tanımak, onu bilmek demek kendimi bilmek demektir. İnsan bir yolculukta önce kendisini kaybeder. Kendimi kaybettim ama hayat karşıma onu çıkardı.

Alperen ile tanışalı 2 yıl oluyor, tam tarihi hatırlamıyorum. Bana şubat ayı olduğunu söylemişti. Bir kış günü başka bir arkadaş sayesinde tanıştık. O günlerde Alperen herhangi birilerinden herhangi bir dosttu. Fakat sonra sonra ben onun bundan daha fazlası olduğunu anladım.

Alperen'e ilk kez ne zaman "ikizim" diye hitap ettiğimi hatırlamıyorum. Herhalde tanışalı çok olmamıştı ve ben bir şeyler fark etmiştim. Onu anlatmaya nereden başlayacağımı, nasıl ilerleyeceğimi bilmiyorum. Çünkü onu anlatabilmek kendimi anlatabilmek, onu anlayabilmek kendimi anlayabilmektir.

Ben kelimelerde yaşayan bir adamım. Bir insan, ruhunu ve kişiliğini en fazla kelimelerinde belli eder. Alperen'in kelimeleri kullanış biçimi, tanıştığımız zamanlarda en çok ilgimi çeken şeydi. Çünkü kişiliğimi herhangi bir kelimeye döktüğümde bu gaipten çıkıp gelmiş tuhaf adam, aniden cümlemi tamamlayabiliyordu. Bu durum, öylesine bir arkadaşlık ya da yakın bir ilişkiden ziyade benim inandığım ruhani dünya için devrim sayılırdı.

Ruh ikizliğini, evren karmaşası içindeki dolanık atomları onunla daha mantıklı buldum. Saygıdan yoksun kişiliğimi onunla tamamladım. Sevgi ve aşk arasındaki farkı onunla öğrendim. En gereksiz mühendislik ve mekanik bilgilerini onunla edindim. Kendimden başkasını önemsemeyi ve çıkarcı yapımı yıkmayı onun sayesinde başardım. Bana kazandırdığı iğne ucu kadar bilgiyi bile büyük bir şevkle kucakladım ve hiç pişman olmadım.

Alperen ona verdiğim sevgiyi ve saygıyı hak ediyor. Aramızdaki bu basit gözüken karmaşık ilişkiyi Şemsi Tebrizi ile Mevlana'nın ilişkisine benzetiyorum. Normalde tasavvuf ilgimi çeken bir konu değildir ve tanrıya bile kendi çıkarlarım doğrultusunda inanırım. Fakat Şems'in zekası ve Mevlana'nın acemi yapısı, üstelik ikisinin de erkek oluşu bu duruma oldukça benziyor. Birinin yüceliğinde ötekinin rehberliği, birinin bilgisinde diğerinin merakı, birinin yumuşaklığı karşısında diğerinin çatal dili...

O, bana her şeyden önce insan olmayı öğretmiştir. Çünkü ben ani hareketler yapan, sabırsız ve tuhaf biriyim. Fakat yaşadığım olayların sonunda bir çıkış kapısı olarak ne zaman ona gitsem o bana "İnsan budur." der ve bana neye dönüştüğümü en acı verici şekilde söylerdi. Kalbimi kırmaktan çekinir miydi bilmiyorum ama bana karşı daima açık sözlüydü. Doyumsuz olduğumu, acılardan zevk aldığımı, zihnimde kendime problemler yarattığımı öğrendiğinde hep yanımdaydı.

Onunla yürümek, yürürken kucağımda ayna taşımak gibidir. Kişiliğimi tüm çıplaklığıyla görürüm. Bir yanım onun ne kadar da zavallı olduğunu söyler. Üniversiteye giden herhangi bir Türk gencidir. Diğer yanım onun çektiği acıya karşı nasıl cesurca göğüs gerdiğini söyler. Alperen kızgın demirin tadına bakmıştır. Onun zavallı olduğunu düşünürken de çok güçlü olduğunu düşünürken de tek gördüğüm şey kendi benliğim. Aynadaki bulanık siluetin arkasından Alperen çıkmıyor, yine ben çıkıyorum. Aslında zavallı olan da benim, güçlü olan da.

Hayatım boyunca kahraman olmak istedim. Alperen bana kahramanların kişisel çıkarlarını bir kenara bıraktıklarını ama tersi şekilde toplumsal kahramanlık da yapmadıklarını söylemişti. Bu bana tuhaf gelmişti çünkü tüm kahramanlar insanlık adına savaşır ve dünya için ölürlerdi. Ben böyle bilirdim. O ise bana durumun böyle olmadığını, her insanın bir başkası için kahraman olduğunu anlattı. Misal ben, eğitimlerine katkı sağladığım, sevdiğim, kolladığım, yardım ettiğim her kişinin kahramanıydım. O gün bunu anlamak, düşüncelerimde büyük değişiklikler meydana getirmişti.

Kendime ben de birkaç kahraman buldum elbette. En başta Atatürk olmak üzere, Alperen de ağabeyim olarak benim kahramanlarımdan biriydi. Hep onun gibi olmak, zorluklara göğüs germek istedim. Ona sorsanız bu savaşçı kişiliğin bana ait olduğunu ve kendisinde bulunmadığını söyleyecektir ama ben biliyorum ki onun ruhundan benimkinden bile güçlü bir aslan vardır.

Üniversitede nasıl hayata tutunduğunu, o umutsuz ve soğuk gecelerde nasıl yaşadığını anlamam mümkün değil. Her gün biraz daha mutlu olsun istiyorum. Geleceğe oldukça umut dolu yürüyor ama bunu mutsuzluk içinde yapıyor. İnsanları iyileştirebilse bile kendisine merhem olamıyor.

Bunların yanı sıra Alperen bana aydının kimliği hakkında çokça bilgi verdi. Aydın kişilik öncelikle çok okur, çok yazar, çok araştırırdı. Sanatla ve teknolojiyle uğraşır, Mustafa Kemal Atatürk'ün izinden giderdi. Alperen'le tanışana dek milliyetçi bir yapım bile yoktu. Atatürk'ü yazılan kitaplardan bilir ve onun fikirlerini normal bulurdum. Bugün yeniden incelediğimde Atatürk'ün çağının çok ötesinde bir deha ve çılgın bir komutan olduğunu anlıyorum. Bunların hepsi Alperen sayesinde oldu.

Dünya'ya bakış açım her geçen gün değişiyor. Onun yaptığı herhangi bir tespit beni düşüncelere itiyor, daha iyi ve daha güçlü oluyorum. Onunla kendimi keşfediyor, onunla kişiliğimi tamamlıyorum.

Bu durum, kendimi sevemesem de kendimle vakit geçirmem gibi. İlk kez kendi kendimi seviyorum, ilk kez kendimle vakit geçirmek, eğlenmek ve hayata iz bırakmak istiyorum. Kendimi daha çok görmek, kendime daha çok dokunmak, yaşadığımı daha çok anlamak istiyorum.

Bir gün biliyorum ki iki kardeş karşılıklı gülüştüğümüz güzel günler olacaktır. Umudum daima var. Alperen bana bu umudu canlı tutmayı da öğretti. O da insan, ben de insanım. Yıkıldıkça birbirimizi ayağa kaldıracağız. Yıkılacağız, sonra yeniden kalkacağız. Sonra yeniden yıkılacağız, sonra yeniden kalkacağız. Bu hep sürüp gidecek. Bir daha asla yıkılmayana dek bu böyle sürüp gidecek. Onunla neresi olsa giderim. İster Bağdat ister Şam... Bu yolculuğa hazırım.

Ve inanıyorum ki sonu güzel günlere ulaşacak.

"Var olmak anlaşılmaktır ve kendini tanımak sadece başkalarının gözünden görmekle mümkündür."

Yorumlar

Popüler Yayınlar