Mektup 90: Gökkubbeye Hasret
Amacım şu gördüğün kara gökyüzündeki
Yıldızlara ulaşmaktı hem de uçmadan
Gözlerimi kapatıp sımsıkı hiç açmadan
Buna sevdalı ilk adamdım yeryüzündeki
Saplanıp kalmış gibi gözlerim
Gökteki o demir ışıldar kazıklara
Ağlarım başarısızlığımdaki yazıklara
Boşa mı verildi başarı sözlerim?
Kalbimi açsanız yahut ciğerimi
Göreceksiniz gökyüzü bürümüş
Yüzlerini ve içleri göğe yürümüş
Ne olur bırakın artık iplerimi…
Kafatasımın boşluklarından bir yol
İşte ebedi hâce bir semaya uzanır
Yüzüm o ebemkuşağıyla sulanır
Yolum uzundur, giderim sağ ve sol
Patikalar geçer kanatsız Tulpar’ım
Gecenin en dibine kadar götürecek
Beni ve sessizce, hiç kişnemeyecek
Çünkü uyumuşum, sarkmış kollarım
Ve duracak göğün son durağında büyük nefes
İneceğim Tulpar’dan bir fatih gibi gökkubbeye
Yıldızlardan bir yol, nebuladan son raddeye
Ve tebessümle diyeceğim: “Samanyolu enfes!”
Fakat bu yıldız selinin içinde muhakkak
Kara kuru dünyalarımı da özlerim
Tekrar dünyaya çevrilir gözlerim
Tulpar döner aşağı yalpalayarak
Nihayet Tulpar da ben de yorulmuşuz
Nefes nefese, terlemiş göğsü şişer kalkar
Kapkara gözlerle bir bana bir göğe bakar
Tulpar der ki: “Tanrılarca korunmuşuz!”
Şimdi yattığımız saman balyaları içinden
Tekrar yumarım gözümü yıldızlı rüyaya
Yine içimden özlem kabarır maceraya
Der ki Tulpar: “Artık yalnızsın acından.”
Ve açtığımda gözümü saman balyalarına
Tulpar’ın boşluğu değer elimin ayalarına
Kızıl bulutlar ardındaki göğe artık ben
Ellerimi uzatabilirim, ağlayabilirim sadece
Yolculuk uzundur, tekrar çıkmak Hak getire!
Fakat içimden bir ses: “Gökkubbeyi yen!”
Hayır, hayır içim. Bugün duracağım
Çünkü her yol sonunda çıkışına döner
Çünkü her ateş bilirim bir gün söner
Bu yüzden ben yuvamda kalacağım
Gökyüzünü, izin ver, yalnız izleyeceğim
Yıldız rüyalarımı çuvalıma dizleyeceğim
Yorumlar
Yorum Gönder