Mektup 17: Sabahattin Ali Haklıydı


Belki de kalbim böylece huzura erer
Acep kendi aklımı fethetmem ne kadar sürer?

Sabahattin Ali haklıydı.

İnsanın ömrü boyunca tek bir sefer yaşadığı, bir daha istese de yaşayamadığı bazı anlar vardır. İlk aşk bunlara verilebilecek en basit örnektir. Bir sefer aşık olunca o heyecan demetiyle ilk kez karşılaşırız. Çocuk halimizle bu bedensel tepkiye anlam veremeyiz. Niçin kalbimiz böyle güm güm atmaktadır? Neden ellerimiz terlemekte, ateşimiz çıkmaktadır? Bu sorular hayatta bir kez sorulur, ondan sonrakiler daima bir tekrar, daima yinelemedir.

Bu anlardan birisi vardır ki kimi insanlar onu hiç yaşamaz. Bu an öyle bir andır ki tarih boyunca bilinmiş ama sır gibi saklanmıştır. Hâlen daha saklamaya devam ederiz. Farklı coğrafyalarda, farklı devirlerde ona değişik isimler verdik.

Budistler ona nirvanaya ulaşmak, tasavvufçular fenafillaha ulaşmak, rönesansçılar aydınlanmaya ulaşmak adını verdi. Elbette hepsinin verdiği bu isimler oldukça manidar. Ancak tüm bunlar o anı betimlemeye yetmiyor. O anı betimleyen en iyi insan Sabahattin Ali idi. O buna harika bir isim veriyordu: içimizdeki şeytan

Ben bu ismi daha çok benimsiyorum. Çoğunluk bu eski öğretilerin Sabahattin Ali'nin bahsettiği şey ile alakasını göremiyorlar. Çoğunluk aradaki bağlantıyı göremiyor. Ama zaten çoğunluk, içimizdeki şeytanı da göremiyor; görmek istemiyor. Hepimiz meleklere, şeytanlara ve cinlere bir şekilde inanırız. Ama hiçbirimiz onların insan kılığında içimizde dolaştıklarını, etrafımızda gezindiklerini göremeyiz.

Sabahattin Ali, bu şeytanın tanımını şöyle yapıyor: "İsteyip istemedeğimi doğru dürüst bilmediğim, fakat neticede aleyhime çıkarsa istemediğimi iddia ettiğim bu nevi söz ve fiillerimin daimi bir mesulünü bulmuştum: Buna içimdeki şeytan diyordum, müdafaasını üzerime almaktan korktuğum bütün hareketlerimi ona yüklüyor ve kendi suratıma tüküreceğim yerde, haksızlığa, tesadüfün cilvesine uğramış bir mazlum gibi nefsimi şefkat ve ihtimama layık görüyordum."

Ali'nin bahsettiği bu şeytan, tüm o eski öğretilerdeki "iyiye ulaşma" meselesinin zıddı gibi durabilir. Ancak dikkatle bakıldığında aralarında benzerlikler olduğunu, hepsinin amacının insanı gerçek olandan uzaklaştırmak olduğunu göreceksiniz. Ki buna karşın Sabahattin Ali bile yeterli bir tanım yapmamıştı. Çünkü o, şeytanla tanışmaktan, onu anlamaktan bahsetmiyor, üstü kapalı şekilde varlığından söz ediyordu. Hatta onu sevmiyor, gerçek olmadığına inanmak istiyordu:

"Halbuki ne şeytanı azizim, ne şeytanı? Bu bizim gururumuzun, salaklığımızın uydurması.."

İslamda bu şeytana nefs derler ve nefsin, terbiye edilecek bir şey olduğundan bahsederler. Nefsi terbiye etmek, iyiye ulaşmak, Allah'a ulaşmak hepsi aynı şeylerdir. Bizler olaylardan kaçar ve durumlara sığınırız. Küçücük ömrümüz bizi iki dakikada kuşatan yangınları söndürmekle geçer. Yangınlardan korkarız, ölümden korkarız, kötü olmaktan korkarız, iyiye ulaşamamaktan korkarız. Devlete iyi vatandaş olamamaktan, ailemizin yüzünü kızartmaktan, namusa leke sürmekten ve birilerinin bizi gözetlediğinden korkarız.

Ben tahmin ediyorum ki Sabahattin Ali, içimizdeki şeytana dair çok daha harika tespitler yaptı ve bir ömür bu düşüncelerini sakladı. Münzevi hayatıyla şeytanı arasında bir seçim yapacaktı, o da münzevi hayatı seçti. Böylece şeytanı onunla birlikte sonsuza dek kayboldu.

Şeytan bizi iyiye ulaştırmaz. Şeytan bize içimizdeki hayvani güdüyü ve gerçekleri gösterir. Doğru şekilde kulak verildiğinde, şeytan bize iyi yaşamın anahtarını fısıldar.

Dünyadaki ideolojilere bakın. Çevremiz "din" diyemeyeceğimiz dinlerle ve düşünce ekolleriyle dolu. Kapitalizm, sosyalizm, liberalizm... Sapiens kitabında yazdığı üzere aslında her bir ideoloji teknik olarak bir dindir. Çünkü yine kendi dogmatik yasaları vardır ve değiştirilemezler. Yasalara uyarsanız, başarılı olursunuz.

Bu düşünce ekollerini yaratanlar, şeytana kulak veren ancak tercihlerini yanlış yönde kullanan insanlardır. Bu düşünce ekolleri iyiye hizmet etse bile bir şekilde sistemsel açıklıkları kötülük adına kullanılabilecektir. Dünyada kötülük adına kullanılmayacak hiçbir şey yoktur. Şeytan da buna dahildir. Ama bilmemiz gerekir ki kötü olan şeytan değil insandır. İyilik ve kötülük gibi kavramların öznel olduğunu anlayabilirsek, şeytanın gücünü ne için kullanabileceğimize karar verebiliriz.

Dünya tarihinde buna harika örnekler mevcuttur. Nikola Tesla, Leonardo da Vinci, Descartes, Fatih Sultan Mehmet ve Mustafa Kemal Atatürk gibi dehaları deha yapan şey, içlerindeki şeytanlarla yüzleşmiş olmalarıdır. Yaptıkları dahice yeniliklere karşın bazı olumsuz gelişmeler göze çarpar. Tesla'nın parayı hiçbir şekilde önemsememesi ve fakirlik içinde ölümü, Descatres'ın hayvanlar üzerinde yaptığı acımasız denemeler, Atatürk'ün İstiklal Mahkemelerinde yitirilen canlar...

Bunlar kötü şeyler değildir. Bunlar "zeitgeist" sebebiyle gerçekleşmesi gereken şeyler, tarihte taviz verilmesi gereken parçalardır. Kişiliklerin bu tavizi vermesinin sağlayan güç ise işte içlerindeki şeytandır. Aksi halde hangi iyilik timsali insan fakirlik içinde ölmeyi kabul eder, hayvanları diri diri keser veya insanların asılmasına göz yumar?

Şeytan bize bireyciliğimizin çöküşünü ispatlar. Biz yan gelip yatmayı, ekmek elden su gölden yaşamayı severiz. Şeytan ise bize berbat dünya gerçeklerinin şamarını suratımıza indirir. Mevcut durumları iyileştirmek için vereceğimiz rahatsız edici tavizleri bize hatırlatır. İyilik yapmak için kötülüğü yenmemizi, kötülüğü yenmek içinse onu anlamamızı, kendisine kulak vermemizi ister. Gerçekten akıllı bir deha, şeytana kulak verecek ancak onun oyununa düşmeyecektir. Bunu başaranlar, dünyayı değiştirir.

Şeytan bizi daima ileriye iten dürtüdür. En imkansız fikirleri onun sayesinde düşünür, en imkansız icatları onun sayesinde yaparız. Şeytan, bizi übermensch yapacak şeyin ta kendisidir. Bir müzik aletinde doğru sesi çıkarmak gibi, onu da doğru kullanırsak en harika müzikleri duyabiliriz.

Tasavvuf, rönesans veya budizm gibi öğretilerde eksik olan şey kötülüğün kullanımıdır. Kötülüğü iyilikle yok edemezsiniz. Bunu kabul etmek zorundasınız. Kötülüğü iyilikle yok edemezsiniz. İyiliğin narin yapısına karşın sert ve kaba kötülük daima kazanacaktır. Bir darbeyi ancak daha büyük bir darbeyle durdurabilirsiniz. Tarih daima böyle işler. Feodal beylikler zamanla prenslikler olur. Prenslikler birleşerek imparatorluklar olur. İmparatorluklar bölünerek devletler olur. Devletler birleşerek birlikler olur. Her bir akım bir önceki akımdan daha kuvvetli gelişen bir darbedir. Ve tarih böyle devam edecektir.

Bizim yapmamız gereken asıl şey, içimizdeki şeytana kulak vererek yöntemlerini öğrenmek, onun oyununa düşmeden evvel içinde durduğumuz sistemin üzerimizdeki darbesini aşmak ve daha büyük bir tepkiyle yaşamaktır. O gün kolektif bilinci ve dünyanın ne kadar saçma olduğunu anlayabilir ve kendimize gerçekçi erekler bulabiliriz.

İçinizdeki şeytana kulak verin.
O size doğruları söyleyecek.

Yorumlar

Popüler Yayınlar