Mektup 15: Modern Mankurtlar

"18 yıldır birinin çıkıp bana kendi hikayemi anlatmasını bekliyorum."

Mankurt'un Öyküsü

Aytmatov okuyanlar bilir ki Mankurtlaştırma, bu dünyada süregelen en insanlık dışı işkence yöntemlerinden birisidir. Mankurtluk Altay-Kırgız efsanelerinde bozkırdaki göçebe hayatın getirdiği kısa süreli cezalara alternatif olarak ortaya çıkmıştır. Aytmatov "Gün Olur Asra Bedel" kitabında Mankurt'un öyküsüne yer verir.

Anlatıya göre önce suçlu kişinin saçlarını tıraş ederler. Çıplak kafasına güzelce deve derisi yapıştırırlar. Ardından bu acıyla suçluyu bozkıra salarlar. Güneşin altında deve derisi iyice kurur ve gerginleşir. Bir zaman sonra suçlunun saçları uzar ama deve derisini aşamayan saçlar suçlunun kafasından içeriye doğru büyümeye başlar. Suçlu kafayı yer, böylece "mankurt" olur.

Mankurt, beynine verilen hasar sonrasında hiçbir şey hatırlayamaz duruma gelir. Annesi babası bir yana, kendisinin bile kim olduğunu unutur ve bir vahşiye dönüşür. Artık o, bir insan değildir; yalnızca güdüleriyle hareket eden bir bozkır hayvanıdır.

Acımasız ve insanlık dışı bir yöntem olduğu elbette tartışılmaz, bunun hepimiz bilincindeyiz.
Sonuçta modern dünyanın modern devletlerinde yapılması mümkün değil. Yoksa mümkün mü? Yoksa hepimiz teknolojinin ve kapitalizmin arasına sıkışmış modern mankurtlar mıyız?

Modern Mankurtlar

İnsanlık bilimle büyük yollar kat etti. Son beş yüzyıl içerisinde bilimsel bir devrim yaşadık. Şu an Harari'nin Sapiens kitabını okuyorum ve orada yazdığına göre biz insanlık olarak bu bilimsel devrime önce cehaletimizi keşfederek giriş yapmışız. Cehaletin keşfi aslında kulağa çok mantıklı gelmeyebilir ama bilim devriminden önce insanlar arasında yaygın hale gelmiş dogmatik düşünceleri ve batıl inançları göz önünde bulundurursak bunun ne demek olduğunu daha iyi anlarsınız. Bilime adım atmak, hiçbir şey bilmediğimizi kabul etmekle başlar.

Ben lise hayatımın ortalarına dek bilimi katı ve kuralcı olarak görürdüm. Bu yüzden mistisizme yönelir, onun akışkan yapısının tüm evreni kavrayabilecek olduğunu düşünürdüm. Lisede bu düşüncelerim sekteye uğramıştı. Çünkü etrafımda bilimden konuşan tüm o insanlar bana bilimin tek gerçek kapı olduğunu söylüyorlardı. Mistisizmin dogmatik, değişmez ve aynı zamanda ispatlanamaz olduğunu; buna karşın bilimin akışkan bir yapıya sahip olduğunu öğrendim. O gün, benim kişisel bilişsel devrimimdi.

Bilimin kapsayıcılığı sebebiyle pek çok yeni bilimle tanışmışız. Aya çıkalı ya da dünyanın en derin noktasına gideli fazla uzun yıllar olmuyor. Psikoloji gibi pek çok bilim henüz yeni yeni teorik temellere oturarak bilim olarak anılmaya başlandı. Bundan bir yüzyıl öncesinde bambaşka bir dünyada yaşıyorduk. Yaratıcılıklarımız, haklarımız, insanlığımız ve yaşantımız tamamen kısıtlıydı.

Bundan yüz yıl önce değişen dünya dengeleri yüzünden her yer bir savaş alanıydı. En huzurlu bölgelerde bile teknolojik imkanlar yok denecek kadar azdı. (Ki zaten buna tezat olarak savaşın sıcak bölgelerinin bugün teknolojik imkanlara en çok sahip ülkeler olduğunu görürüz.) Ortalama bir köylü çocuğunun kendi küçük deneyimleri dışında hayal gücünü besleyecek pek fazla şeyi yoktu. Eğitimi çalkantıdaydı, çalışmak zorundaydı. Üstelik ebeveynleri onun zihinsel gelişiminden bihaberdi, ergenlik ve düşünce yapısının değişimi konusunda kimse ona yardımcı olamıyordu.

Bugün bilim en küçük yaşlarımızdan itibaren bize etki ediyor. Henüz doğmadan resimlerimizin çekilebildiği bir dünyaya gözlerimizi açıyoruz. Doğduğumuzda çoktan sanal ağda kaydımız bulunuyor, sosyal medya hesaplarımız açılmış oluyor. Evimize geldiğimizde hazır oyuncaklarımız, hatta kendimize ait odamız oluyor. Biraz büyüyünce telefonla tanışıyoruz. Bugün durumu en kötü olan ailelerin çocukları bile telefonda nasıl parmağıyla ekranı kaydırabileceğini henüz bebekken öğreniyor. Artık göz bozuklukları ve boyun ağrıları erken yaşta başlıyor.

Olumsuzlukları bir yana bırakalım. Eskiden yalnızca kendi hayal dünyasıyla sınırlı bir çocuğun imkanlarına karşın biz, tüm dünya ile iletişim kurabiliyoruz. Uçakla 80 saatte dünyanın çevresini dönüyor, tek tuşla uzakları arıyor, birkaç kodlama ile kendi sanal evrenlerimizi yaratabiliyoruz. Bilginin duvarlarını yıkmış durumdayız.

Tüm bu teknoloji çılgınlar gibi bizim yaratıcılığımızı beslerken ve tüm dünyayla daima iletişim halinde olmamızı sağlarken, nasıl olur da bizler en iyileri olamayız? Neden hala kendimizi mutsuz ediyoruz? Neden süper işler başaramıyoruz?

1.       Geçmişin bilincinde değiliz, kontrol ediliyoruz:

Bizler kendimizi o dünkü çocuklarla karşılaştırma fırsatına sahip değiliz. Sahip olduğumuz haklar öyle basit bir çerçeveye konulmuş ki genelde kağıt üzerinde kalıyor. Veyahut bu haklara sahip olduğumuz ayrıca bize hatırlatılmıyor. Bugün kaç kişi çocukların dernek açma hakkına sahip olduğunu biliyor? Sahip olduğumuz en basit hak bile kolayca ihlal edilebiliyorken ona sahip olmamızın ne anlamı var?

Dünü bilmememiz, tarih bilince sahip olmayışımızdan ve apolitik büyütülmemizden kaynaklanıyor. Önemli işlerden uzaklaştırılıyoruz çünkü bilim ile tanışan ebeveynlerimiz artık farkında oldukları zihinsel süreçlerimizi bizleri geliştirmek için değil tam tersi koruyup kollamak için kullanıyorlar. Bugün çoğunluk, doğru bir çocuk eğitiminin laf geçirmek olduğunu sanıyor ve başarınca da mutlu oluyor. Oysa özgür bireyler değil köleler yetiştiriyorlar ve bunun farkında değiller.

2.       Teknolojinin getirdiği olumsuzluklar da var:

Teknolojinin bize imkan sağladığı kadar köstek olduğu noktalar da olur. Bir çocuğun dünyanın her yeriyle iletişim kurması, aynı zamanda iyi-kötü her bilgiyle tanışacağı anlamına gelir. Bilgisayarda yazılım, sanat tarihi, ekonomi gibi alanlar hakkında bilgi sahibi olabileceğiniz gibi pornografi, hırsızlık, bombacılık gibi alanlarda da bir şeyler öğrenebilirsiniz. İnternet bir kısıtlayıcı filtreye sahip değildir. Kısıtlayıcı filtreler de yeterli değildir veya tamamen yersizdir.

Söz konusu bilgi alma olunca işin içine teyitlenme gereği de girer. Yani internette doğru bilgi kadar yanlış bilgi de vardır. Vikipedi gibi büyük platformlar bile bilgi doğruluğu konusunda hataya düşebilirken diğer herkesin bu hataya düşmesi çok normaldir. Zira sahte haberler Facebook gibi pek çok sosyal mecrada artık çoğunluk haline gelmiş ve doğru bilgiye ulaşım büyük ölçüde kısıtlanmıştır. 

3.       Birileri gelişmemizi istemiyor:

Komplo teorisi gibi dursa da aslında değil. Türkiye'de hükümetin genç nüfustan ziyade yaşlı nüfusa dayalı planlamaya gitmesi bunun basit bir örneğidir. Avrupa'da karşılaştırmalı olarak pek çok burs, yurt, bilgiye ulaşım gibi imkanlar varken Türkiye'de bunlar kısıtlıdır. En büyük bilgi alma merkezlerinden biri olan Vikipedi son iki yıldır kapalı durumda. Kitap, sinema, müze gibi kültürel aktiviteler oldukça pahalı. Eğitim haddinden fazla alan kaplıyor ve birçok saatimizi beynimizi derslere yorarak geçiriyoruz. Bugün bir öğrenci, bir tarla işçisi kadar efor harcıyor.

Hükümetlerin bu planı kendi otoritesini güçlendirmek içindir. Çünkü sorgulayan yeni bir nesil daima eski nesli yıkacaktır ve daha iyisini yapmak isteyecektir. Bugün pek çok İmamhatip lisesi açıldığını, kız ve erkeklerin ayrı sınıflarda okutulduğunu, din eğitiminin pozitif bilim eğitiminin önüne geçtiği ve aydınlık Atatürk değerlerinden uzaklaşıldığını görüyoruz. Bunlar bize küçük çaplı değişimler gibi gelse de birkaç nesil sonraki gelecekte etkileri gerçekten şiddetli bir şekilde görülebilecektir.

4.       Rahatımıza düşkünüz ve hazıra konmayı seviyoruz:

Tabi ki suçluları yalnızca dışarı aramamak gerekir. Başkaları olduğu kadar biz de suçluyuz. İnsan, yapısı gereği hazır bilgiyi seven bir canlıdır. Çoktandır bilinen bilgileri kullanmayı severiz. Merak bir noktada azaldığında iş gücümüzü hafifletmek isteriz. Kapitalizm bu bilgiyi çok iyi şekilde kullanır.

Pek çok sınava çalışmak yerine kopya çekmek de aynı sebeptendir. Sınavın öğrenmemiz için bir eleme olduğunu bilsek de bununla sınanmak istemeyiz. Biz insanlar ayakkabı bağcıklarını bile bir kez bağlayan canlılarız. Yenilikleri keşfetmek bu yüzden hepimizin harcı değildir.

Peki Mankurt Nerede?

Tüm bu kargaşa strese ve dolayısıyla hastalıklara yol açıyor. Bizler harika olmak için doğmuşuz ama harika olamıyoruz. Yavaş yavaş büyüdükçe bunu iyice anlıyoruz. Bize resmen bir çaresizlik durumunu öğretiyorlar. Yasaklar, sansürler, yalan yanlış veya tehlikeli bilgiler arasında bu aydınlık bilgi öğretisi dışarıya çıkmak istemiyor. Zamanla bu potansiye, içeriye akmaya başlıyor.

Tıpkı mankurtların saçı gibi…

Çok büyük umutları varken zamanla o umutları yitirmiş insanlar, öğrenciler tanıyorum. Acı gerçeklerle, ailelerinin onları koruduğu (koruduğunu sandığı) dünyayla yavaş yavaş tanışıyorlar. Tanıştıkça yeni bir sille yiyorlar. Tanıştıkça stresi benimsiyorlar. Tanıştıkça içlerine kapanıyorlar.

Bu ülkede güzel işler başaracak pek çok insan var. Potansiyelleri dışarıya değil de içeriye, strese ve bunalıma akıyor. Çevrelerindeki dünyayla mücadele etmek yerine kendileriyle mücadele ediyorlar. Halbuki yükleri hafiflese, rahatlasalar ve istedikleri iş için gayret etmeye başlasalar bu ülke hepten çok güzel bir yer olacak.

Yorumlar

Popüler Yayınlar