Mektup 18: Abbas Yolcu


Yolcudur Abbas, bağlasan durmaz.
Yolcudur Abbas, gitse de dönmez.

Rüya görüyorum.

Çok yaşlanmışım, saçlarıma aklar düşmüş. Ömrü hayatımda o kadar dinç bir ihtiyar görmemiştim. Çok güzel bir gömlek, üstüne süveter ve ceket giymişim. Çok yakışıklı da olmuşum. Hem yakışıklı, hem dinç, hem de çok tonton bir ihtiyarım.

Bir gemideyiz biz. Kadınlar, erkekler, yaşlılar, gençler. Akdeniz'de ilerliyoruz. Gelecekte çok güzel bir uygulama başlatmışlar; dünyadaki herkese "Nerede ölmek istersin?" diye soruyorlarmış. Kişioğlu nerede ölmek isterse, vakti dolunca oraya gönderiliyormuş. Sonra o şehirde, bir makineye girip sonsuz uykusuna dalıyormuş.

Kumanya olarak haşlanmış patates ikram ettiler. Gökyüzü, patatesten daha sarı. Herhalde güneş batıyor diye düşünüyorum. Oldum olası haşlanmış patatesi soymadan, kabuğuyla yerim. İhtiyar olmuşum ama akıllanmamışım, yine öyle yiyorum. Tuhafım biraz. Gençliğim gitmiş de tuhaflığımı atamamışım üstümden. Mutlu ediyor bu beni.

Sonra karaya yanaşıyoruz. Büyük Nil Deltası bizleri karşılıyor. Uçsuz bucaksız kum tepeleri ve barkanlar. Arada bir yerle gök arasında toz akıntıları belirip yok oluyor. Herhalde artık güneş batacak, ötede mavilikler görüyorum. Kum tepelerini boş veriyorum. Kim ister ki ölmeden önce gideceği toprağı görmek? Hem ben beden bağışında bulunmuşumdur o yaşa gelene dek. Cesedimi toprağa koymazlar, buna izin vermezler.

Denize dönüyorum. Yaşlı bir adama uymayacak şekilde yere çöküyorum. Taştan bir sahil, pek büyük. Tüm Nil Deltasını görebiliyorum. Nil sağ yanımızdan gürül gürül akıyor. Çevremde gençler ve yaşlılar var. "Gençler neden ölmek istedi?" diye düşünüyorum. Sonra zamanın ne getireceğinin belirsiz olduğunu anlıyorum. Her an her şey olabilir, her an her şey yarım kalabilir. Hatta her an herkes ölebilir.

Bugün ölseniz bardağınızda yarım kalacak suyu, onu görenleri düşünün.

Gökyüzü sapsarı ama ne hikmetse orada güneşi göremiyorum. O da bizi erkenden terk etmiş, yalnız ışığını bırakmış. Aydınlar da böyle değil midir? Kendileri gitse de ışıkları uzun süre bizi aydınlatmaz mı?

Sonra uyku. İstediğimiz an geliyor. Ötenazi gibi herhalde, tam kestiremiyorum. Zaten bilmem de o işlerin ayrıntısını. Ama gelecekte bizi güzel konforlu kapsül yataklara yatırıyorlar ve uyutuyorlar. Yataklar oldukça soğuk, mavi ışıklı, metal cüsseler. Yassı camlarında yüzümü görüyorum. Hiç tahmin edemeyeceğim kadar mutlu, hiç tahmin edemeyeceğim kadar memnunum. Hiç öyle samimi güldüğümü görmemiştim.
Meğer ölmek beni ne kadar mutlu ediyormuş!

Ölürken hepimiz bir rüya görüyoruz. Toplanmışız çölün ortasında, doğruluyoruz yataklarımızdan. Oturuyoruz ve ölü bedenlerimize bakıyoruz. Her ölen kişioğlu, tarihten bir kitabı armağan alırmış. Yazının icadından beri ne kadar kitap yazılmışsa, herkesin hakkına bir kitap düşermiş. Bu kitabı biz, başucumuzda havada durur şekilde görüyoruz.

Yanımdaki adama soruyorum. "Senin kitabın nedir?" Cümlelerini aynen aktaramam. Ama bana kendisinin yazar olduğu, yalnızca bir kitabı olduğunu, ve kendisine tüm dünyada yazılmış kitaplar içinde düşe düşe kendi kitabı düştüğünü söylüyordu. Ben ise hayretler içerisinde kalıyor, bu nadir arkadaşla yan yana yatağımı paylaştığım için daha çok seviniyordum.
O gerçekten şanslı bir adamdı.

"Seninki?" diye soruyordu bana. Ben de bilmiyordum. Yatağımın başucuna bakınca gördüm. O sarı gökyüzünün altında sapsarı bir kitap, üstünde parlak harflerle: Abbas Yolcu.

Çok sonraları öğrendim ki ölüme yaklaşanlara öyle denirmiş. Şuh buluyorum, ölüm beni mutlu ediyor. Böyle güzel tesadüflere, insan ancak ölürken denk gelir zaten. Bir süre daha karmaşık semboller görüyorum ve uyanıyorum.

Aslına bakılırsa uyandığımdan emin değilim.
Belki de şimdi uykuya dalıyorum.
Ne de olsa adım:
Abbas Yolcu.

(Kafaya koydum ve kitabı almak istedim. İnternette stokları tükenmişti. Ben de kendimi kitapçılara attım. Sokak sokak dolaştım ama yeni basımı olmadığını söylediler. Nihayet bir kitapçıda, fabrikalarında kitaptan yalnızca "bir tanecik" kaldığını, tüm İstanbul'da kalan son kitap olduğunu söylediler. Ben de derhal getirilmesini, parasını gani gani vereceğimi söyledim. Yedi gün sonra, onu ellerime aldım.)

Yorumlar

Popüler Yayınlar