Mektup 19: İbrahim'i Ben Öldürmedim


Ve yedimiz bir yerde buluştu
Abrauham yedimizle de konuştu.

Yaklaşmakta olan taburun ayak seslerini duyuyorum.

Bir öküz öfkeyle yeri dövüyor ve homurdanıyor. Çeliğin sesini duyuyorum. Gitgide yaklaşıyor, sanki kafamın içinde yankılanıyor. Rap rap rap! Dünya üzerine atılmış hiçbir adım bende böyle bir tesir uyandırmamıştı. Bu ayaklar sanki toprağa değil, bizzat göğüs kafesimin üstüne basıyor. Her seferinde daha da gürleyerek: Rap rap rap!

Tahtalarla örtünen penceresi bir tepeyi görürdü. Bazen o pencerenin önünde durur, çıplak gökyüzünü ve tepeyi seyre dalardım. Masmavi bu göğün altında, kara toprağın mahiyetini düşünürdüm. Gözlerimi açtığım bu dünyaya bu pencereden bakardım.

İbrahim iyi adamdı. Benden uzun, benden iriydi. Sevimsiz çirkin bir çehresi, kara kaşları ve kara gözleri vardı. Köşeli çenesi dışında yüzünü bize pek göstermezdi. Siyah cübbesinin kapüşonunu gözlerine kadar çekerdi. Kimse yüzünü görsün, korksun istemezdi. Zira yüzü, korkulacak derecede çok fazla kına motifiyle doluydu. İbrahim iyi adamdı.

Kendisine İbrahim diyorum amma "Abraham" derdi bazıları. Çok az insan da onu benim gibi "Abrauham" diye tanırdı. Adını söylemesi zordur. Onu en çok hatırladığım silueti, raflarına uzanmış birkaç otu karıştırırken takındığı düşünceli duruşuydu. "İbrahim," derdim kafamı yana yatırarak. "Benim sonum ne olacak?"

Bu soruma hiçbir zaman cevap vermezdi. Vermesini de istemezdim. O yalnız beni dinlesin, varlığıyla yanımda dursun isterdim. Karalar bürünmüş bu adamla, orta doğunun sıcak bir öğle üstünü yaşamak hoşuma giderdi. O zaman tepelerin ufuklarında sıcak huzmeler görürdük, gözlerimiz yanardı.

Kuru ekmekten başka bir şey yemezdi. Dünya, insan ve kader hakkında konuşurdu. Tanıdığım pek çoklarından daha fazla astronomi bilirdi. Hatta Zühre'yi bana ilk kez o göstermişti. Bir baba, bir büyük olarak hiç göremedim onu. Hep benden birisiydi, hep bendi, hep bendendi. İbrahim sanki, benim eski bir varoluşumdu.

Onu ilk kez, bugünden bin dokuz yüz seksen dört yıl önce gördüm. Şaşkınlığımla kendimi kerpiç bir evin ortasında bulmuşken onun o sıcak gülüşünü hatırlıyorum. Bana korkunç yüklerin altında ezilen bir çift omuz gibi bakmıştı. Sonra gülümseyerek yaklaşmış, kocaman gözlerime bakmış, bir sıcaklıkla sarılarak yuvasına buyur etmişti. Tüm gece bir sedir üstünde, sessizce sohbet etmiştik.

Aradan yıllar geçti ve sessizliği hiç susmadı. Ne zaman gitsem oradaydı. Birkaç kelam eder, işiyle meşgul olurdu. Gülümsemesi sıcak olsa da çok sık gülmezdi. Ciddiyetini korumayı severdi. Bir rahip olduğunu söylemesine karşın bana dinini hiç anlatmadı.

26 Haziran günü kimseye anlatmak istemeyeceğim bir şey oldu.

O tepeyi korkulu gözlerle süzmemi hatırlıyorum. İki hırsız ve bir adam, sürüklenerek oraya götürülmüşlerdi. Lanetler ve beddualar duydum. O güzelim gökyüzünün yarıldığını gördüm. İşte o gün İbrahim dışarıya çıkmış, benim de ilk kez çıkmama neden olmuştu. Elimden tutmamıştı fakat ruhu uçkurumdan tutmuş beni peşi sıra sürüklüyordu. Bir şey sezinliyor, açıklayamıyordum.

Yağmur çiselemeye başlayınca, ilk kez kapüşonunu açmış ve bana gür saçlarını göstermişti. Gözleri kapalı, her yeri kına motifleriyle süslü başını göğe kaldırmış, dev gibi bir gülümsemeyle durdu. Daha da, daha da güldü. O gülüşüyle tüm yağmuru içer gibiydi. Yağmur durdu, gök dindi. Nihayet gözlerini açınca, tepede çığlık çığlığa bağıran bir adamla aynı anda mırıldandı:

"eloi eloi, lemâ şevaktani"

İşte şimdi tabur seslerini duyuyorum. Beni bir kapının ardına kilitledi ve olan biteni bir yarıktan seyrettim. Zavallı İbrahim, askerler tarafından yaka paça götürüldü. O sözleri bu sefer haykırıyordu. Askerler beni ne gördü ne de duydu. Yılllar sonra kerpiç evini de yıktılar, ona dair anıları da.

On dokuz sene sonra, Efes'te onunla yeniden karşılaştım. Saçlarına aklar düşmüş, yüzünden akarsuya benzeyen derin kırışıklıklar peydah olmuştu. Korku dolu gözlerle bana baktı fakat bu sefer tek kelime bile edemedi. Biliyorum ki İbrahim o taburun ayak seslerini yeniden duydu. O kısacık ömrünü yeniden yaşadı. Yaşlanıp delirmiş olsa bile o an için beni tanıdı ve odasında sedirin üstünde bir köşede masallarını dinleyen çocuğu bildi.

İbrahim o gece mabette bir taşa yaslandı, son nefesini verdi.
Sabaha cesedini buldular ve bir taş bağlayıp denize attılar.
Gözleri yaşlı, bedeni yaşlı, ruhu yaşlıydı.

Ama İbrahim'i ben öldürmedim.

Yorumlar

Popüler Yayınlar