Mektup 26: Zaman Tek Gerçektir


(Alperen ile zaman kapsülleri hakkında konuşuyorduk. Geleceğe dair bir mektup bırakmak için ondan evveli bazı şeyleri aydınlatmak gerektiği kanısına vardım. Bu yazıyı tam anlamıyla yazabilmek üç ayımı aldı ve sanırım bu, bir yazıyı yazabilmek için ayırdığım en uzun süreydi. Zihnimle mücadele ettim)

Bir insan olduğum için kişisel gelişim aşamalarını gösterdim. Yani uzun yıllar bilincim kapalıydı. Bebekliğimde ve erken ergenliğimde yaşadığım ve bildiğim her şey öğrenme, içgüdü ve hayal gücü üzerine kuruluydu. Öğrendiklerim, içgüdüme kulak verdiklerim ve hayal gücüme kattıklarım beni ben yaptı. Bu yıllarda beni oluşturan parçaları edindim. Sorun şu ki ben bu parçalardan fazlasıyım. Bunun nedeni önce "insan" olmamdır. Çünkü insan geçmiş kadar, hem şimdi hem gelecektir. Benliği şimdide hapsolmuş gibi dursa bile.

Geçmişi irdelemenin anlamı yok. Geçmiş geçmişti, oldu ve bitti. Onun hakkında diyebileceğim bazı şeyler şunlardır: Hayal gücüme bu süreçte aşırı yüklendim, beni mutlu eden bu güç beni zehirlemeye başladı. İçgüdülerim ise beni yanlış yönlendirdi, ideallerimi saptırdı ve yoluma engeller koydu. Elimde kalan son şey, öğrenme aşkımdır. Beni o büyüttü ve büyütmeye de devam ediyor. Meraklı kişiliğimi ona borçluyum. Michelangelo'nun da dediği gibi:

"I'm still learning."

Şimdiyi irdelediğimde karşıma şöyle bir tablo çıkıyor: İstanbul'da evimde, ikinci katta, herhalde güney cephedeki odamda, yatağımın üstüne bağdaş kurmuşum ve masaya uzanmış, yazıyorum. Bir öğrenci, evlat ve kardeşim. Adım, sanım, soyum, dilim, dinim, cinsim bellidir. Nerede okuduğumu, nelerden hoşlanıp nelerden hoşlanmadığımı, arkadaşlıklarımı, görev ve sorumluluklarımı, yaşadığım cadde ve sokakları... biliyorum.

Fakat kendim hakkında -şimdi içerisinde- tüm bildiklerim bunlar. Ben artık kendim (ve özellikle zihnim) hakkında bir şey bilmiyorum. Ancak bazı temel gerçekliklerden bu şekilde tam anlamıyla eminim. Bilmediğim asıl şeyse temel gerçekliği de içine alan bazı zihinsel aktivitelerim... Bu yazıyı da bu amaçla yazıyorum: Hayatımı, benliğimi, zihnimi sorgulamak; tüm bunlar sonunda kendim hakkında bilgi edinmek, bir sonuca varmak.

Neden bunu istediğimi bilmiyorum. Bu yüzden işe en temelde neden bunu istediğimi sorarak başlamalıyım. Ne de olsa biz, sorduklarımızdan ve istediklerimizden ibaret canlılarız.

Bu yazıyı Alperen önerdi diye yazıyorum. Aslına bakılırsa o, geleceğe bir mektup bırakmamı istemişti. Geleceğim olması için bir şimdinin, buna ek olarak bir geçmişim olması lazımdı. Ben ise kendimi geçmiş ve şimdiyi anlamak konusunda yetersiz hissediyordum.

Bir şekilde geçmiş, şimdi ve geleceği incelemek beni daha mutlu yapacak. Evet, ben temelde mutlu olmak için bu yazıyı yazıyorum. Peki, neden mutlu olmak istiyorum? Çünkü mutsuzum. Bir süredir düşündüklerim beni mutsuz etti ve geçmişle şimdiyi anlamamanın  verdiği belirsizliğe dayanamadım.

Eğer böyle temel ve büyük bir şeyin nedeni bile "mutlu olmak" ise, bu aslında hyatın amacı da olabilir. Çünkü ben bu yazıya başlarken beni cidden mutlu edecek şeyin "hayatın amacını ve kendimi anlamak" olduğunu bir aksiyom saymıştım. Temel aksiyomları yazarak ilerleyelim:

Aksiyom 1: Hayatın amacını ve kendimi anlamak isteği içerisindeyim.
Aksiyom 2: Hayat ve benim tek ortak yönümüz yaşadığım -canlı olduğum- süre zarfıdır.
Aksiyom 3: Aksiyom 1'deki hedefe ulaşmak için yaşadığım -canlı olduğum- süre zarfını geçmiş, şimdi, gelecek başlıkları altında inceleyeceğim bir yöntem kullanıyorum.

Sonuç olarak, eğer bu yazı ile bir sonuca ulaşırsam mutlu olacağım. Çünkü kendim ve hayatım hakkında bildiğim kesin bilgiler artacak. Bu artan bilgi ile yaşadığım süre zarfını daha anlamlı hale getirebilirim. Mutluluk bu noktada kısır bir döngü gibidir.

Aksiyom 0: Zaman Tek Gerçektir!

Bu yazıyı yazarken Descartes'tan etkilendim. Onun yaptığı gibi kademeli düşünme yolunu kullanacağım. Ondan farklı olarak madde ve ruhtan ziyade ben "zamanın tek gerçek olduğunu varsayarak" yola çıktım. Meditasyonlar'da Descartes, düşündüğü sürece  kendisinin tek gerçek olduğunu kabul etmişti. Fakat bu ölümle birlikte düşünmenin son bulup bulamayacağı sorusunu akıllara getirir. Ben ise kendimden öte zamanı tek gerçek görüyorum. Ben ölsem de zaman akmaya devam edecektir. 

(Ayrıca zaman olgusu, fizik kanunlarına göre kolayca esneyebilir ve uzayda yerçekimsel bir temsili vardır. Bu, zamanın değişken bir sabit olduğunu hatırlamamız gerektiğini gösteriyor. Hatta gücünü de buradan alıyor.)

Kendimin, kendi bedenimin ve zihnimin ise bu noktada " var olan şeyler" olduklarını varsayarak hareket etmek zorundayım. Çünkü benim amacım zaten onların varlığını sorgulamak değildir. Descartes ise bunu hedeflemişti. O halde yoluma devam edeyim. Öncelik olarak "şimdi" olgusu konu alınacak. Pek çok soru sorarak "gerçekten ne bildiğimi" irdeleyeceğim.

Şimdiki Zaman İçerisinde Ben

Şimdi içerisinde, geçmişe ait bilgilerimi barındırıyorum. Geçmiş açısından bakınca daha yaşlı ve daha deneyimli biriyim. Fizyolojik yapımın, aile bağlarımın ve maddiyatta sahip olduklarımın bilincindeyim. O halde diyebilirim ki, bilgimi bu konuları içine katarak değerlendirebilirim. Çünkü maddi evrenin bu bilgisi hem geçmiş zamanda (almamla) hem de gelecek zamanda (alacağımla) zaten bünyemde mevcuttur. O halde bunu da bir aksiyom olarak kabul edebilirim.

Aksiyom 4: Maddi bilgiye sahibim ve istersem daha da sahip olabilirim. Canlı kaldığım sürece bu devam edebilir ancak bu bilgi sınırlı olsa bile ömrüm onu bilmeye yetmez.

Bununla birlikte bu demek değildir ki bu maddi bilgi kesin ve nettir. Bu bilgi, ben onu doğru kabul ettiğim veya bir karadeliğe çok yaklaşmadığım sürece doğrudur. Çünkü maddenin kendisi ve bilgisi (onu bilmem) arasında fark vardır. Tıpkı Descartes'ın da dediği gibi: "Belki de yanlış algılıyor olabilirim?" Bu yüzden madde evrenini, benim algılarımın yolunu kullanarak manevi evrenimi şekillendiren bir "şey" olarak görmeliyim.



Manevi evren ise, işte bu maddi bilginin üzerine kattığım "düşünceler" ile beni ben yapan her şeydir. Manevi evrenimi anlamak için önce bu aksiyomu kabul etmeli ve şimdinin düşüncelerine bakmalıyız:

Aksiyom 5: Manevi evren kişiye özgüdür. Her insana özel manevi bir evren vardır ve düşüncelerle onu besleriz. Manevi evrenler de maddi evrenler gibi çakışabilir.
Aksiyom 6: Aynı maddi evreni paylaşırız ancak manevi evrenin "ben" üzerinden dışavurumu ile maddi evreni parçalara bölerek özelleştiririz. (Buna "Proksemik Teori" denir.)

Düşünceler, maddi bilgiyi manevi evrenime katmak için kullandığım yöntemlerdir. Duygularla güdülenirler. Örneğin bir eşyayı ele alalım: Eşya, maddenin kendisidir. Görüntüsü (yani rengi, boyutu vb.) onun bilgisidir. Ben onu duyularımla algılarım. (Görürüm, duyarım.) Ve önce duyguları hissederim: İri bir şey ise hayrete düşerim, güzel bir şey ise severim, canımı yakan bir şey ise kızarım veya üzülürüm. Duygunun ardından düşünce gelir. Onu sevme/sevmeme nedenlerimi irdeler, özelliklerini inceler ve onu tahayyül ederim. Üzerine fikirlerim ve varsayımlarım oluşur. İşte bu karmaşık süreçlerden düşünceler doğar ve ben artık eşyayı manevi evrenimde bir kopya haline getirebilirim. 

Somut şeyler için bunu yapmak kolaydır. Ancak soyut şeyler maddi verenin malzemesi değildir. O halde ben bir insan olarak nasıl soyut kavramları anlayacak ve onları manevi evrenime katacağım?

Gelecek Zaman İçerisinde Ben

Gelecek zamanda -kuşkusuz- daha deneyimli ve yaşlıyım. Onunla ilgili bildiğim tek gerçek budur. Bunlar dışında gelecekle ilgili hiçbir garanti veremem. Ne yaşıyor olmamla ne de bulunduğum yerle ilgili bilgim olamaz. Her an başıma gelen farklı bir olay ile gelecek yeniden şekillenebilir. Onu şekillendiren iki unsur bulunur:

1. Geleceği Şekillendiren Ben

Bazı uygun koşullar sağlandığında kısa süreli olarak yapıp yapmadıklarıma kendim karar veririm. Araba almak, bir evde oturmak, bir evcil hayvana sahip olmak... Bunlar benim tercihlerimle doğmuştur ve yine onlarla şekillenir. İstersem arabamla gezerim, evimin istediğim odasında kalırım veya köpeğimle oynarım. Bunlar tamamen keyfi isteklerimden doğar. İçinde bulunduğum ortam uygun ortalamada rahat ise bu tercihlerim artar. Ortamın rahatlığının ortalamadan çok az veya çok fazla olması bu tercihleri ve etkilerini azaltır.

2. Geleceği Şekillendiren "O"

Fakat verdiğim kararlar bazen dış etkenler tarafından da kontrol edilebilir. Bu dış etki başka bir insandan, doğadan veya topluluklardan kaynaklanabilir. Belki hava kötü olduğu için arabamla gezemem? Belki evimin diğer odalarındaki yataklar doludur, istediğim yerde kalamam? Belki köpeğim benimle oynamak istemez.

Sanıldığının aksine geleceği şekillendiren "ben" kavramı özgür irade kavramıyla aynı şey değildir. Elbette verilen kararlar sayesinde uzak geleceği de şekillendiririz; ne de olsa parlak bir iş insanı olmak çok çalışmamızla ilgilidir. Ancak geleceği şekillendiren "ben" de tıpkı dış dünyanın etkileri gibi iç dünyanın etkileriyle de mücadele eder. Tembellik, özgüven ve öz saygı problemleri ve pek çok hastalık "ben" kaynaklı olduğu gibi kontrolüm altında olan şeyler de değillerdir.

Geçmiş Zaman İçerisinde Ben (Gelecekle Geçmişin İletişimleri)

Geçmiş zamanda ben, daha genç ve daha deneyimsizdim. İlerlediğim her saniye geçmiş sayıldığından, onun çok hızlı bir şekilde büyüdüğünü söyleyebilirim. Ancak çok uzak geçmişten söz ettiğimizde öz bilince ihtiyacımız vardır. Geçmişteki bir anda kendimizin ve çevremizdekilerin farkındaysak öz bilince sahibizdir. Örneğin oldukça küçük yaşlarda insanın öz bilinci yoktur. Ancak 10-12 yaşları arasında ciddi anlamda bu özellik yerine oturur.

Fakat geçmişte, şimdiyi hapsedebileceğimiz yöntemler vardır. Yazılar, çizimler, ses kayıtları, videolar, fotoğraflar bunlardan bazılarıdır. Eğer ben bir fotoğraf çekersem o anı hapsederim. Bu hapisleme, hem geleceği şekillendirebilir hem de geçmişi değiştirebilir.

Yıllar sonra o fotoğrafa baktığımızda değişen deneyimlerimizi görürüz ve yeni bir öz bilinç seviyesine ulaşırız. Yeni kararlarımız artık bu seviyede ilerleyecektir. Ama o fotoğrafa bakmak geleceğimizi etkilemez, aynı zamanda unuttuğumuz anları hatırlamamıza da yardımcı olur. Fotoğrafın hapislendiği anda sahip olunan öz bilinç artık farklı hatırlanmaktadır. Anıları değiştirebilir, sürekli yüksek bir öz bilinçle yeniden yaşayabilir ve bazen (hapislemelerden kurtularak) anıları silmeyi deneyebiliriz.

Geçmiş, maddi evrende sabittir ancak manevi evrende daima değişime uğrar. Bu yüzden geçmiş de gelecek de, onların etkisi altında kalan şimdi de daima bir devinim halindedir.

Burada sonuç olarak başvurmamız gereken şey yine insan algısıdır. Maddi evrende geçmiş sabittir. Eğer manevi evrenden ziyade maddi evrene hitap edecek şekilde yaşarsak bu kesinlik içerisinde amaç, bu kesinliği devam ettirmek ve yaşamaktır. (Evrimsel ve biyolojik açıdan da bu açıklama türün devamlılığını sağlama çabası olarak da görülebilir.)

Ancak maddi evreden ziyade manevi evrene hitap edecek şekilde yaşarsak bu devinim içerisinde amaç, devinimin devamlılığını sağlamaktır. Ve insan bu hareketli parçada oldukça etkisiz, küçük ve düşük bir eleman olduğunu anlarsa bunalım kaçınılmaz olur.

Burum durum optimist veya pesimist olmakla ilgili olmasa da sonuç olarak görüyoruz ki maddi ve manevi evrenlerimize karşı bakış açımız -ve buna göre değiştirdiğimiz yaşam tarzımız- benliğimizin mahiyetine yön verir ve hayat amacımızın kararlaştırılmasında etkili olur.

Kanımca maddi ve manevi evrenlerden yalnızca birince tamah etmek, iki cennetten yalnızca birini istemek olur. İnsan maddi ve manevi evrenleri arasındaki dengeyi kurmada ne denli başarılı olursa o kadar mutlu olacaktır.

Yorumlar

Popüler Yayınlar