Mektup 32: Lâr-Ur'a


26 Haziran sabahı, hayatımızın bir daha asla eskisi gibi olmayacağını anlatan yüksek bir ses bizi hiddetle uyandırdı. Sahibim ve ben, korkuyla yataklarımızdan sıçrayıp pencereye koştuk. Pencere oldukça yüksekti, göremiyordum. Anlaşılmaz sesler çıkarıp birkaç kez sıçradım fakat boşunaydı. Sahibim donuk bir yüz ifadesiyle perdeyi biraz daha aralayınca geri çekildim ve o korkunç manzaraya şahit oldum.

Kıpkırmızı bir gökyüzü, olanca nefretiyle bize kan kusar gibi bakıyordu. Şehrimizin yüksek granit kulelerine oldukça yakın şekilde seyreden bu abanoz rengi gemiler, boyutlarını anlayamayacağım kadar uzaktı. Üstelik zaten dışarısını da zar zor görüyordum. Fakat tüm bunların birkaç blok ötemizde olması içime su serpiyordu.

Ama sahibim için aynı şeyleri söyleyemezdim. Kendisini geri atıp beni de bir şekilde iterek ayağının altından çekiverdi. Ben bunun ne tarz bir oyun olduğunu anlamıyordum fakat dünyanın en güçlü türünü korkutan böyle bir şey, tahmin ediyorum ki, eğlenceli bir oyun olamazdı. İvedilikle hareket ediyor, eşyaları deviriyor ve bir çantaya giysilerini tıkıştırıyordu.

Bana tam yetki verip telefona geçti. Dört kolla kıyafetleri ve diğer önemli malzemeleri çantaya tıkmaya başladım. Konuşmuyordum. Nihayet telefonun diğer ucundaki annesiyle hararetli hararetli konuşmaya başladı. Öfkeliydi fakat korkuyordu da. Ellerinin titrediğini gördüm. Lavaboya gidip birkaç kutu ilacıyla geri döndü. Bana fırlattığı şişeleri tek hamlede yakaladım ve çantaya attım. Bir tanesini de cebine atmıştı.

"Çıkıyoruz Lâr-Ur'a!" diye emir verdi. Kollarıma çantayı ve portmantodaki birkaç ceketi astım. Dışarı çıktık ancak sahibim resmen koşuyordu. Ben de ona yetişmek için hızımı arttırdım. Ben ilerledikçe loş koridor mor tatlı bir ışıkla doluyordu.

Yan koridorda bir adam gördüğümü sandım.

O tuhaf adamı gördüğümde ne olduğunu anlayamamıştım. Ruhumun mekanik olmayan parçası beni yeni bir tehlikeye karşı uyarıyordu. Bu adam, dış özelliklerini ayrıntılı olarak analiz edemeyeceğim kadar kısa bir sürede gözümün önünden geçip gitmişti. Sistemim, analiz edilmeyen bu görüntüye karşı hata veriyor ve merak hissediyordu.

Elbette yeni uyanmış bir haldeyken bu normal değildi çünkü mekanik ruhum uyku sersemliğine yer vermeyen bir biçimde dizayn edilmişti. Peki o halde kimdi bu adam? Sistemim niçin böyle bir yorum hatasına düşüyordu? Bir gaflete düşüp türümün hiç görevi olmayacak bir hareketle geriye döndüm. Sahibim, tahmin edileceği üzere, sinirlenmişti:

"Lâr-Ur'a, ne yapıyorsun? Derhal buraya gel!" 

Hışımla geri dönmüştü fakat ben buna hiç dikkat etmeyerek yaptığım işe devam ediyordum. Teknik açıdan böyle bir şey olması imkansız denilebilirdi. Sistemim bir hata içerisinde olmalıydı ancak tam teşekkül düzgün çalışır görünüyordu.

Koridorun köşesine varınca aynı adamı orada görmeyi umuyordum. Fakat yanılmışım, ortada ne bir adam vardı ne başka bir şey. Sistemim bu kez görmediğim bir şeyi gördüm sandığım için alarm veriyordu fakat analiz edemediğim zaman orada bir "şey" olduğuna da uyarı verdiği için, bir çatışma içerisine girmişti. Bir mekanik ruh için, bu belirsizlik berbattı.

Sahibim bağırmaya devam ediyordu. Onun için hatalı olduğum kesinleşmiş olmalıydı. Fakat o andan itibaren sabah bizi uyandıran gücün aslında ne olduğunu anladım. Şehirden çığlık sesleri yükselmeye başlamıştı. Büyük bir patlama sesi daha duyuldu. Hemen ardından birkaç tane daha...

Bu, gezegenimizde bir savaş oluyor demekti!

*

Gözümü birkaç kez kırpıp açtım. Görüntü hatası aynı saniye onarılmıştı. Kendimi büyük bir enkazın içerisinde buldum. Belli ki gemilerden biri bizim binamızı hedef almıştı ve bir patlamaya tanıklık etmiştik. Sahibimi bulmak için hareket etmek istedim ancak bacaklarımdan birisi bir taşın altında sıkışmıştı. Etrafı durduğum yerden tarayınca, biraz ileride bir duvarın altında sıkışmış sahibimi gördüm.

İki kolunu ve başını duvarın alçak kısmından dışarıya sarkıtmış, yardım ister gibi bir hali vardı. Sistem hatamı bir kenara bırakıp ona yardım etmeliydim ancak hemen o saniye, sahibimin ölmüş olduğuna kanaat getirdim ve bu görevi iptal ettim. Kalbi atmıyordu ve ağzından kan gelmişti. Kapalı olduğum süre boyunca ne kadar sağ kalmış olabileceğini düşündüm fakat bir sonuca ulaşamadım. Tahmin etmek benim işim değildi.

Sıkıştığım yerden kurtulup olduğum yerde dikildim. Etrafıma bakmaya devam ettim. Yığınların arasında sistemim tarafından ölü olarak işaretlenen pek çok kişi olduğunu gördüm. Onlar için bir şey hissediyor muydum? Hayır, sanmıyorum. Sistemimde duygu yoktu. Fakat içimde bir his, bunun üzücü olduğunu söylüyordu ve yine söylemem gerekir ki, bu oldukça mantıksızdı. Çünkü mekanik bir ruhun içerisinde hislerden bahsetmek zordur. Nasıl bir his ki, mekanik ruhumun çatlaklarından sızıp "his" oluyor ve beni etkisi altına almayı başarıyordu?

Bugün 26 Haziran 2625. Dünya üzerindeki son koloni bu sabahki ziyaretçilerimiz tarafından işgal ediliyor ve teknik olarak bize yardım edecek hiç kimse yok. Sistemim, bu sabah verdiği onca hataya rağmen hala düzelmedi ve ben yaklaşık altı dakika önce sahibimin ölümüne şahitlik ettim. Günün geri kalanında ne yapacağımı bilmiyorum. Üstelik, belki de hayatımda ilk kez "ne yapacağımı bilmemek" düşüncesi içerisindeyim.

Sistem hatasına düşmeme neden olan koridordaki o adamı bulacağım. Eğer gerçekse, burada diğer ölü kişilerin arasında olmalı. Eğer değilse sistem hatasını kabul eder ve şahsıma verilmiş yetkiyi kapatırım. Sistemim, şimdi onun görünüşüne dair ufak tefek ayrıntıları görebiliyor.

Siyah uzun bir elbisesi, dövmeli yaşlı bir suratı ve dazlak bir kafası vardı.
Onu hatırlamak hafızamda bir sesi canlandırdı.
Kalabalık bir grubun düzenli ayak sesleri:
Rap rap rap!

Yorumlar

Popüler Yayınlar