Mektup 34: Kaçınılmaz

sırtını dünyaya döndü
önünde dünyayı gördü
(alıntı)

Hatırladığım son şey uçsuz bucaksız su; düşüyordum.

Gözlerimi açınca ilkin nerede olduğumu anlayamadım. Nihayet yüzüme birkaç kez su yedikten sonra bir sahilde kıyıya vurduğumu, büyük ihtimal bir ölü gibi hareketsiz uzandığımı anladım. Kemiklerim çürük gibi acıyordu. Tuzlu su gözlerimi yakıyordu ve etrafıma zorla bakıyordum. Denizden de felaket bir soğuk esiyordu ve biraz daha böyle hareketsiz kalırsam ölmesem bile hastalanacaktım.

Kolumu altımdan çıkarıp kuma dayandım. Kalkmaya yeltendim ama bedenimi oynatamıyordum. Ben de kendimi ittirip sırtüstü yatmayı denedim. Sağa doğru devrilince köpük köpük bulutları gördüm. Aniden o korkunç düşünce bedenimin her yanını sardı. Şimdi derin derin nefes alıp kalbimi sakinleştirmeye çalışıyordum. Çünkü bu sahile, gökten düşüp geldiğimi hatırlamıştım.

Bu hatıra benim için de imkansız gözüktü ancak düşüşümden öncesini hatırlayamıyordum. Bir uçaktan düştüysem büyük ihtimal su beni buraya kadar taşımış olmalıydı. Aklıma bunun dışında rasyonel bir açıklama gelmiyordu. Fakat bunları düşünmenin de yersiz olduğu kanısına vardım çünkü öncesini hatırlayamıyorsam nasıl başladığını hatırlamanın da bir anlamı yoktu.

Nihayet kendimi biraz doğrultmuştum. Daha rahat nefes alıyordum ancak bedenim acımaya devam ediyordu. Bir yaralanmamın olup olmadığını kontrol ettim ancak oldukça sağlıklı görünüyordum. Açlık ya da susuzluktan ziyade yorgunluk ve merak hissediyordum. Ellerimin titrediğini fark ettim. Gerçekten kontrol edemediğim şekilde titriyorlardı. O halde görünce kendime acıdım, gözlerim doldu. Annesini kaybeden bir çocuk gibi ağlamak istedim.

Dizlerimi karnıma çekmiştim. Başımı ellerimin arasına alıp kara kara düşünmeye başladım. Ne düşündüğümü bilmiyordum, düşüncelerimi takip edemiyordum. Emin olduğum tek şey düşündüğümdü. O düşüncelerin bana ait olduğundan bile emin olamıyordum. Su kıyıya vurup köpüklenmeye devam ediyordu. Bulutlar mavi gökyüzünün altından sırayla geçiyorlardı ve ben durmadan düşünüyordum.

Belki de böyle saatler geçirdim.

Sonunda başımı kaldırmış, etrafımdaki dünyaya karşı merakımı yönlendirmeyi uygun bulmuştum. Yüzümü döndüğüm sahil belki de sonsuza dek uzanıyordu. Sonsuz bir doğru üzerinde kum ve su durmadan buluşuyordu. Arkamı dönünce bunca zamandır göremediğim harabeleri gördüm. Eskiden burada insanlar yaşıyor olmalıydı. Yıkıntılar irili ufaklı kulübelerden oluşuyordu. Fakat bir sokak, cadde göremiyordum. Evler dışında hiçbir şey yoktu. Bu eksik ve basit haliyle bölge, beceriksiz bir yazarın elinden çıkmış gibi görünüyordu.

Etrafta hiçbir canlı belirtisi yoktu. Kıyının sonlarına doğru yamaçlar ve ağaçlar görüyordum ancak oldukça uzaktaydılar. Yıkıntıların olduğu bölge bana oldukça yakındı fakat etrafında ne bir ağaç ne bir çalı vardı.

Harabelere doğru yürümeye başladım. Yürüyorum diyorum fakat o halde herhalde bedenimi sürüklüyordum. Kollarımla kendimi sarmıştım. Yıkıntıların arasına yaklaşınca böcek veyahut kemirgen gibi şeyler aradı gözlerim. Fakat onlardan da iz yoktu. Kulübelerin ön cephelerine gelince gördüm ki bazıları kapalı kapıları olan küçük evcikler. Pencereler de kapalı gibi görünüyordu. Evet, hepsi terk edilmişti ve insanlık burayı unutmuştu. Bilemiyorum, belki de bu bölge insanlığı unutmuştu.

Kulübelerden birine girmem gerektiğini düşündüm. Yiyecek bir şeyler bulmalı ve hayatta kalmalıydım. İnsan hangi durumda olursa olsun kendi canını oldukça önemser ve hayatın yegane amacına hizmet eder: Hayatta kalmaya ve türün devamlılığını sağlamaya.

Bir kapının önüne geldim. Elimi uzatmıştım ki olması gereken yerde bir tokmak olmadığını gördüm. Kapıyı elimle ittirmeyi denedim ancak sıkıca kapatılmış, belki kilitlenmiş belki sıkışmıştı. Şansımı diğer kapılarda denediysem de başarılı olamadım.Pencereler benim giremeyeceğim kadar küçüktü ve içeride neler olduğunu göremiyordum, hepsi kalın perdelerle örtülmüşlerdi.

Bu evlerden başka gidecek yerim olmadığı kanaatine varıp kapılardan birinin dibine çöktüm. Güneşin ne zaman batacağını tahmin etmek zordu çünkü ortalıkta görünmüyordu. Hiçbir şeye anlam veremiyordum. Her şey zihnimi yoruyordu ve uykum gelmişti. Sızalanarak başımı toprağa koydum ve ağlayarak uyudum. Ağlıyordum çünkü bu belirsizlik beni öldürüyordu. Ağlıyordum çünkü başıma geleceklerden habersizdim...

*

Aniden gözlerimi açtım. İçimden yükselen bir şey beni uyandırmış, tehlikede olduğum hissine kapılmıştı. Su gibi terlediğimi, zar zor nefes aldığımı fark ettim. Belki de kabus görmüştüm ancak hatırlayamıyordum. Kafamı yeniden gökyüzüne kaldırdım ancak saati tayin edemiyordum. Güneşi bulmak imkansızdı. Bulutsuz gökyüzünde gözlerimi kocaman açarak hayatın en büyük gerçeği olan güneşi aradım ancak ondan hiçbir iz yoktu. Sanki koca güneş yok oluvermişti. Sanki koca güneşi çuvala koyup götürmüşlerdi.

Göç eden bir kuş sürüsü gözüme çarptı fakat oldukça yüksekteydiler. Ne kuşu olduklarını buradan anlamak zordu. Bu kuşlar ben buraya düştüm düşeli gördüğüm ilk hareketli canlıydı ve bu bana biraz umut vermişti. Bu umutla şimdi yeniden bir şeyler yapmam icap ediyordu. Çevremdeki dünyayı biraz daha keşfedebilirdim. Elimle destek alıp ayağa kalktım, artık kemiklerim daha az acıyordu.

Ancak kalkınca destek aldığım şeyin kapı tokmağı olduğunu fark ettim. Biraz önce orada olmayan ve belki de benim ağlamama ilk elden sebebiyet veren bu kahrolasıca tokmak şimdi ellerimdeydi. Sanki güneş gibi altuni ışıklar saçarak parlıyordu. Ömrü hayatım boyunca ilk kez bir metal parçası bana bu denli değerli gözükmüştü. Ne de olsa şimdi bu tokmak, sıcak bir yuvaya açılan kapıydı. Bu bilinmezliğin içinde beni hakikate ulaştırabilecek, ulaştırmasa bile en azından kesinliğinden emin olup kendimi güvende hissedebileceğim kimi duygular içerisine sokabilecekti.

İşte o an, tokmağı çevirmekle çevirmemek arasında müthiş bir kararsızlığa kapıldım. Çünkü nereden geldiğini, niçin önceden orada olmayıp şimdi olduğunu bilmiyordum. Bir rüya içerisinde olabileceğimi düşündüysem de buna ihtimal vermedim. Etrafımdaki her şeyi gayet net görüyor ve algılıyordum. En azından algıladığımı sanıyordum.

Tokmağı bırakıp diğer kapılara yürüdüm. Hepsinde birer tokmak peydah oluvermişti. Çıldırdığımı düşündüm. Acaba uyumadan evvel kapalı bilincimle tokmakları görememiş miydim? Hayır, bu mümkün değildi. Etrafımdaki dünya o zaman da gayet aydınlık ve belliydi.

Kendime sinirleniyor ama niçin sinirlendiğimi bilmiyordum. Aptal gibi hissediyordum. Tüm bunları düşünmeyi bırakıp bir kapıdan içeri dalmalıydım. Hayat ancak bir kapıdan girince devam ederdi. Kapının ardında ne olduğunu bilsek de bilmesek de...

Tokmağı çevirip kapıyı ittirdim.
Kendimden emin, aceleci ve büyük bir adım attım.
Hatırladığım son şey uçsuz bucaksız su; düşüyordum.

Yorumlar

Popüler Yayınlar