Mektup 42: Ahlat Ağacı



Ben bugün bir ahlat ağacı olacağım.

Ahlat ağaçları Anadolu’nun her tarafından yerli yersiz fışkıran, kuru toprağın üstünde kuru dallarla açan çirkin mi çirkin bir ağaçtır. Dalları kuru, kökleri uzun, meyvesi de yabani bir armuttur. Bu armudu yemek şöyle dursun, küçük bir ısırığı bile ağızda berbat bir tat bırakır. Kimse sevmez ahlat ağaçlarını, kimse meyvelerini yiyemez. Ağaçlar yanar, köyler yanar, ülkeler yanar; ahlat ağaçları yine de orada o kuru çirkin gövdeleriyle yaşamaya devam eder.
Ben bugün bir ahlat ağacı olacağım. Meyvem ne kadar berbat olursa olsun, dallarım ne kadar kurursa kurusun köklerimi hep sımsıkı saracağım toprağa. Hep meyveler vereceğim yangınların ardından. Hep kalacağım, hiç vazgeçmeyeceğim. Ahlat ağacı gibi asi bir şey olacağım. İnat edeceğim tekrar tekrar denemek için. İnat edeceğim belki üstümde lezzetli sulu sulu armutlar biter diye. O mayhoş yaban armutlar olsa da kaderimde vazgeçmeyeceğim denemekten. Çirkinim kuruyum demeden kapatacağım o koca çenemi ve bir ahlat daha vereceğim.

Bir ahlat ağacı olacağım bu dünyada kalmak için.

*

Çok yazmak, her gün yazmak istiyorum. Her gün yazıp biraz daha deneyim sahibi olmak ve yazmanın inceliklerini keşfetmek istiyorum. Yazıp bir eser vücuda getirmek, büyük romanıyla övünen bir yazar olmak istiyorum. Bu hayalle her gün kendimi biraz daha avutuyorum ki sonunda yazmayı unutuyorum.  Her gün kendime bir önceki günden daha çok kızıyorum.
Bu dev kısır döngünün içine sıkıştım da kaldım. Halbuki gelişebilmek için her gün biraz daha yazmalı, böyle böyle birikimle ilerlemeliyim. Fakat kötü yazdığımı düşünüp de bir gün yazmayı bırakır, çok yazıp bunu telafi edeceğim kanaatinden vazgeçtim mi… İşte o gün ben hepten biterim.

Ömer Seyfettin, rahmetli, her gün bir öykü kaleme alırmış. Resmen zorlarmış kendisini yazmak için. Bir satır da olsa, bir cümlecik de olsa... Rutinine bağlı iyi yazarların en büyük ortak özelliği de budur. Bir berber gibidir yazar. Bir berber nasıl her gün usturasını, tıraş bıçağını, makasını alır da saç kesmeye girişirse… Bir yazar da her gün işte böyle kelimelerden cümle kurma oyununa girişmelidir. Yazarın antrenmanı yazmaktır. Ne kadar berbat hissederse hissetsin yazmak...

Aziz Nesin beni bu konuda aydınlattı. Yetmiş yaşında yetmiş sekiz eser vücuda getirmiş ve bir yazısında itiraf etmiş: Yetmiş sekiz eserin de birer müsvedde olduğunu, büyük bir eser vücuda getirmek için her birinin aslında bir deneme olduğunu söylemiş. Yaşından çok eseri olan adam, her bir eserine müsvedde gözüyle bakarak ölmüş ve hatta bu eserlerin içinde şaheserleri de mevcut!

İşte şimdi Aziz Nesin’i dinlemek mecburiyetindeyim. Bir ahlat ağacı gibi olacağım: Yazdıklarım insanın ağzına o mayhoş mu mayhoş ahlatın tadını verse de (ya da ben öyle hissetsem de) deli gibi yazacağım. Hepsini çirkin müsveddeler olarak görmekten belki de ölene kadar vazgeçemeyeceğim fakat düşünsene be şaşkın çocuk! Ya yaşından çok eser vücuda getirirsen Aziz gibi?

Bir işte başarısız olmak mı yoksa hiç o işe girişmemek mi? Girişmeyenlerin gözü kör olsun, ben girişeceğim. Ben girişeyim de ne olursa olsun. Yeter ki ahlatlar hiç bitmesin, yeter ki kuru dallarım budanmasın. Belki delinin biri bir gün çıkar da bu ahlatı bayıla bayıla yiyiverir…

Yorumlar

Popüler Yayınlar