Mektup 44: Psikoloji Birinci Sınıf

Üniversitenin ilk yılını atlatmış bulunuyorum. Pandemi sebebiyle biraz çalkantılı bir son olsa da gayet zor, güzel ve faydalı bir süreçti. Nedense transkriptimi elime alır almaz içimde ilk yılı atlatmamla ilgili özet mahiyetinde bir yazı yazma isteği doğdu. Herhalde henüz çok genç olduğum, ilk kez üniversite deneyimini yaşadığım için böyle hissettim. Pek çokları için sıkıcı, bunaltıcı ve yorucu olan "okul" benim için hiçbir zaman öyle olmadı zaten. Küçükken de yaz tatilleri kısa sürsün istiyordum. Kendimi okul sırasında yahut amfide ders dinlerken çok mutlu hissediyorum. Başka hiçbir aklı başında insan öyle hissetmez.

1. Üniversitem ve Fakültem

İstanbul Üniversitesi'nde okuyorum. Derslerimin hepsi edebiyat fakültesinde oluyor. Halide Edip'in, Reşat Nuri'nin, Yahya Kemal'in dolandığı koridorlarda dolanıyorum. Lisedeki hocam demişti: "Ama orası biraz eskidir. Hoşuna gider mi ki?" Ben de cevaplamıştım: "Kesinlikle gider."

Yüksek mermer sütunlu girişi merdivenlerden avluya çıkan dört cephe hoş bir bina. Neresinin geçmişten kalma, neresinin sonradan tadilat gördüğü pek anlaşılmıyor. Zaten okulla tanıştığım bu iki dönem boyunca da tadilattaydı. Dört cepheden biri daima kapalıydı. İşçi ve tramvay gürültüleri içerisinde amfide ders işliyorduk. Üzerinde geçmiş kimselerin adı yazan ya da karmakarışık numaralandırışmış amfilerin birinden ötekine koşuşturmak gayet eğlenceliydi.

Fakülteler birbirine bazen koridorlarla, bazen sokaklarla bağlanıyor. Kampüs yerleşkesi esnaf ile akraba olmuş durumda. Fakat tüm o bölgenin Beyazıt'ın atan kalbi olduğu bilmek çok güzel. Kampüsün her yerinde birbirinden tuhaf insanlarla karşılaştım hatta pek çoğuyla da tanıştım. Defterime ilk günlerde not düştüğüm cümle şuydu: "Âmâsından lâline, moda ikonundan keşine, gencinden yaşlısına... bu üniversitede çok insan var." Daha sonraları sağ olsun üniversitemin attığı SMS ile bizim fakültenin Türkiye'deki en kalabalık yabancı öğrenci nüfusuna sahip fakülte olduğunu öğrendim. (Neden böyle bir SMS atma ihtiyaçları varsa artık)

İlk yılda yapmam gereken her şeyi yaptım: Olur olmadık yerlere girip çıktım, yabancı kapıları çaldım, boş amfileri dolaştım, ana kampüste gidip çimlere uzandım, kantinde yer kapmak için kavga ettim... Hatta hiç işim olmamasına rağmen kalabalık yemkhaneye bi' başımı uzatıp selam bile verdim. Gerek fakültenin kütüphanesinde gerek Orhan Kemal'de finallere çalışmak için saatlerimi harcadım.

Unutmadan söylemeliyim ki, bunların hepsinden güzeli sabahın altısında o boş avluda oturmaktı. Öğle arasında sigara dumanları ve onların yaratıcısı olan kalabalığın arasından geçmek istemeyişimden ötürü bir türlü avluda vakit geçiremiyordum. Ben de erken dersim olduğu vakitlerde ne kadar soğuk olursa olsun avluda oturmaya ant içtim. Çünkü ağaçları arkama alıp avlunun ortasındaki o boş çeşmeye bakıp düşünmek, özellikle sabahın köründe hava gri bulutlarla kaplıyken, ilk yılımda yaptığım en harika şeydi.

2. Öğle Molaları ve Kediler

Ders vakitleri arasında bazen beş dakika bazense üç saat olabileceğini gördüm. Sekiz saat kampüste vakit geçirip bu sekiz saatin sadece kırk dakikasını derste geçirdiğim de oldu. Aramızda kalsın, bazen gün boyu derslere girmeyip etrafta gezdiğim de oldu.

Öğle molalarının en büyük derdi her zaman oturacak yer bulmaktır. Kış aylarında kalabalıktan uzaklaşıp bir yer bulmak çok zordu. Ana kampüsteki çimenler ıslaktı ve dışarısı da zaten soğuktu. Bu aylarda kantinler ve kütüphaneler daima tıkış tıkıştı. Ya kütüphanede arkadaşlarla ayrı yerler buluyorduk ya da son çare boş bir amfiye geçiyorduk. Öğle molasında yaptığımız tek şey boş muhabbetler etmek, kampüsteki kedi nüfusu hakkında konuşmak, yemek yemek ve dersi gözden geçirmekti. Şimdi buradan bakınca çok ideal bir yıl geçirmişim gibime geliyor.

Kampüste hayal edeceğinizden çok daha fazla kedi var. Belli yerler kediler ve evleri tarafından işgal edilmiştir. Etraf bazen kedi gibi kokar. Aniden oturduğunuz yerde kucağınıza çıkan bir kedi sizden yaşlı gözlerle mama dilenebilir. Yanlarında yemek yiyorsanız kesinlikle ortak olurlar. İşin en tuhaf yanı, bazen derse de bizlerle beraber girerler ve hoca izin verdiği takdirde amfinin yüksek sıraları arasında dolaşırlar. Sanki orada hiç yokmuşuz gibi davranırlar ve biz dersin ortasında tahtaya odaklanmaya çalışırken önümüzden geçer, hatta defterlerimizin üstüne yatarlar. Ve bir yiğit delikanlının yahut cesur kızın gelip kendilerini enselerinden tutarak kapıdan dışarı atacağı zamana kadar bizi rahatsız etmenin tadını çıkarırlar.

3. Arkadaşlarım

Burada da blogunu paylaştığım Elif ile ilk haftalarda tanışmıştık. Tanışmamız bir kedi sayesinde olmuştu. Erkek mi dişi mi olduğunu bile bilemeden kayıplara karışan bu arkadaş önce benim kucağımda bolca vakit geçirmişti. Fakat onu görünce beni falan unutup okşanma faslına onun yanında devam etmek için elinden geleni yapıp benden kurtulmuştu. Fakat sonra fark ettim ki kediyi elimden çalan bu kızla aynı amfiye giriyoruz...

Başka bir arkadaşım da ilk günlerde tanıştığım Sude. Kendisinden bahsetmeyi her ne kadar çok istesem de hayatı hakkında burada bilgi veremiyorum. Kendisi dünyanın en sade, eğlencelere en ilgisiz ve normal duruşlu kızıdır. Maddesel dünyaya benden fazla güvenir ama şifalı taşlara benden çok inanır. Güzel güler, iyi fikirleri vardır ve kedilerden çekinir.

Bunun dışında kendi bölümümden ve diğer bölümlerden pek çok arkadaş edindim. Tarih, Hititoloji, Arap Dili Edebiyatı okuyan üst sınıf yakın arkadaşlarım da oldu. Genç arkadaşlarım, yaşını almış arkadaşlarım, otuzlarında arkadaşlarım oldu. Hiç tanımadığım kadar insan tanıdım burada. Bir yandan da seviniyorum çünkü geleceğin psikolog adayı olarak iyi bir çevre edinmem gerekiyor ve şimdilik bu çevre akademi içerisinde oluştuğu için mutluyum.

4. Ortak Dersler ve Hocaları

Yıl boyu dört ortak dersimiz vardı: Türk Dili, İnkılap Tarihi, Yabancı Dil (İngilizce) ve Güzel Sanatlar. Güzel Sanatlar için dönem başına bir ödev veriliyordu. Bu ödevler bölgenin tarihsel mekanlarını ziyaret etmemiz, özçekim yapıp ziyaretimizi kanıtlamamız ve mekan hakkında kişisel yorum içeren bir yazı yazmamız üzerine kuruludur.

Bölümüm tamamen Türkçe. İngilizce'den tırım tırım kaçtığım için dönem başında muafiyet sınavına girdim. İngilizce benim için yeniden dert olmadı. Yetmiş küsür ile muaf oldum. İnkılap Tarihi için amfide işlenen ders olmadı. Canlı yayın üzerinden ders notları alıp kısa testler içeren vizelere ve finallere girdik. Hocalar ile hiç tanışmadık.

Türk Dili ise herhalde en eğlenceli ortak dersti. Haldun Taner'in tiyatrolarına kafayı feci halde takmış bir akademisyen sayesinde tiyatro okuma alışkanlığı geliştirdim. Derslerde belli bir konu üzerinde durulmadığı için kimi zaman Haldun Taner'den, kimi zaman Türk argo ve erotik edebiyatından, kimi zaman eski divan edebiyatı metinlerinden konuştuk.

5. Bölüm Dersleri ve Hocaları

Özellikle bu konuda çok şanslı olduğumu düşünüyorum. Diğer üniversitelerin bölüm dersleri sayısına baktığım zaman karşılaştığım manzara beni pek de memnun etmiyordu. Pek çok psikoloji lisans programı ilk yıl kapsamında dört bölüm dersini yeterli görüyor. Benim bölümümde ise birinci dönem beş, ikinci dönem altı bölüm dersi vardı. Derslerin sayısından ziyade içeriklerinin önemli olduğunu biliyorum ancak diğer bölümlerde Sosyal Psikoloji gibi psikolojide temel olan derslerin üçüncü sınıfa dek verilmediğini gördüm.

Birinci dönem Psikolojiye Giriş, Sosyal Psikoloji, Bilişsel Psikoloji, Fizyoloji ve Psikoloji Tarihi derslerini aldım. İkinci dönem Psikoloji Tarihi dersi akreditasyon meseleleri yüzünden kaldırıldı ve yerine Psikanalitik Kuram ile Gelişim Psikolojisi dersleri verildi. Yine ikinci dönem Bilişsel Psikoloji dersinin bir alt dalına inilerek Bilişsel Psikolojide Bellek dersi verildi.

En çok keyif aldığım dersler muhakkak Bilişsel Psikoloji ve Sosyal Psikoloji oldu. Psikoloji Tarihi ve Psikanalitik Kuram'dan ayrı bir zevk aldım. Hala daha kaynaklarını okumaya devam ediyorum ve bilgimi geliştirmeye çalışıyorum. Psikolojiye Giriş, tüm derslerin özeti mahiyetinde ancak yeteri kadar özgün bilgiler de içeren kapsamlı bir dersti.

En çok zorlandığım dersler ise Fizyoloji ve Gelişim Psikolojisi idi. Gelişim Psikolojisini konu itibariyle kendime oldukça uzak buldum. Fizyoloji ise bölüm öğeencileri tarafından ortak olarak nefret edilen bir dersmiş. Zira içinde fizyolojik psikolojiye dair çok az bilgi barındırdığı yetmiyormuş gibi dersin hocası zavallı kadın da ta tıp fakültesinden geliyordu. O da birkaç yıldır bu dersi veriyormuş ve tırım tırım düşünüyordu psikoloji öğrencilerine nasıl kolayca tıp anlatacağını. "Kılcal damar" demeyi unutuyordu misal, "kapiller" diyordu. Biz de bazen boş boş yüzüne bakıyorduk. Yanlış tahmin etmiyorsam dersten kalanlar olmuştur. Şükür ki ben sayısal mezunu olduğum için şanslıydım. Ek okuma yaptığım için de dersi dişimi biraz sıkarak verebildim.

Fakat hepsinden öte belirtmeliyim ki biz İstanbul Üniversitesi Psikoloji bölümü öğrencileri olarak çok şanslıyız. Üniversitenin ilk günlerinden beri ilgimi çekmişti, kapıların üzerinde görüşme saatleri vardı. Hocalar öğrencileri ile o saatler dışında görüşmüyormuş. Tuhafıma gitmişti. Nedense bu tutum bana burnu havada insanlar olarak yansıtmıştı tüm profesörleri. Çünkü meşgul olduklarına inanmıyordum. Bir Hititoloji profesörü misal, özellikle Türkiye'de, nasıl bir meşguliyete sahip olabilirdi? Hangi engel onun öğrencisiyle ilgilenmesinin önüne geçebilirdi?

Fakat bizim hocalarımızda böyle bir şey olmadığını görünce içim çok rahatladı. Belki üniversite hayatım boyunca görebileceğim en ilgili hocalara denk geldim diyorum kendimce. Kapılarına müsait oldukları vakitler yerine müsait olmadıkları vakitlerin çizelgesini asan, "Dilediğiniz zaman kapımı çalın, çekinmeyin, sorun." diyen, öğle molalarında bıkmadan sorularımıza cevap veren ve e postalara hızlıca dönüş yapan harika hocalarla tanıştım.

6. Kaynaklarımız ve Akademik Okumalarım

Psikolojinin en iyi yanı aynı zamanda en kötü yanıdır. Çünkü psikolojiyi dışarıda her an gözlemleyebilirsiniz. Psikoloji bizzat insan aklının bilimidir. Dış dünyaya bile bazen ihtiyacınız olmaz, kişisel verileriniz psikolojiyi anlamak için yeterli olabilir. Bu aynı zamanda en kötü yandır çünkü herkesin psikoloji hakkında doğruluğundan emin olmadığı bir içsel deneyimi vardır.

Ben iyi yanını kullananlardan oldum: Dışarıda, evde, günümün her saniyesinde derslerde gördüğüm şeyleri gözlemleyebiliyorum. Her taraf insanla, toplumla, bilinçle ve etkiyle dolu. Her taraf normlarla dolu, her taraf iletişimle dolu. Tıpkı bir hocamın dediği gibi: "Dedelerimizin ninelerimizin söylediklerinden çok da farklı şeyler söylemiyoruz."

Bu yüzdendir ki yardımcı kitap bulmak çok rahat oluyor. Çünkü elime bir roman bile alsam artık yazarın psikolojisini inceleyebileceğimi biliyorum. Akademik anlamda kaynak bulmak diğer her bölüm gibi bazen bizde de sıkıntı olsa da Türkiye'de diğer bilimlere nazaran daha fazla psikoloji kaynağı var. Bu biraz da işte psikolojinin halk ağzına düşmesinden, alçalmasından kaynaklanıyor fakat insan iyi bir okuyucu olduğu takdirde neyin doğru neyin yanlış olduğunu anlayabilir diye düşünüyorum. Bu yüzden kaynak taraması ve karşılaştırması yapıyoruz bol bol biz psikoloji öğrencileri.

Akademik kaynakların bazıları internet dışında çok zor bulunuyor. İnternet alışverişi yapmayan birisi olarak ben bile bu yıl boyunca çoğu kaynağımı sipariş etmek zorunda kaldım. Kaynaklar genelde çeviri oluyor, Türkçe kaynak bulmak çok sıkıntılı bir süreç. Bazı psikoloji terimleri Türkçeleştirme süreçlerinde çok zarar görüyor. Bu yüzden bazen yabancı dilde metinler de okumak gerekebilir. Az da olsa İngilizce bilmekte fayda var.

7. Pandemide Üniversite

Son olarak bahsedip rahatlamam gereken konu da budur. Bahar döneminin çok az bir kısmında amfide ders görebildik. Halbuki üst sınıflardan arkadaşların "Bahar döneminde buralar şenlenir. Muhakkak bir polis baskını çıkar, kampüs alt üst olur. Aman dikkat edin, güme gitmeyin." laflarını merakla dinliyorduk. Ne yazık ki rahat bir bahar dönemi göremeden okullar kapatılıverdi. Eğitim açısından iyi mi oldu, kötü mü oldu bilemiyorum.

Ortak dersler için kısa ödevler vermemiz istendi ve canlı yayın yapılmadı. Bölüm dersleri için dersler canlı olarak devam etti ve vizeler makale tarzında yahut sorulan sorulara cevap tarzında istendi. Birkaç final ise süre kısıtlaması olarak gerçek sınav tarzında yapıldı. Vize ve finallerin bu ödevlere dönüşmesindeki en iyi yan güçlü bir kaynak taraması yapmadan dersten geçemiyor oluşumuzdu. Yazılan her metin için bizden kaynakça istedikleri gibi, kaynakları düzgünce gözden geçirmediğimiz takdirde bilgi eksikliği sebebiyle sınavı da veremezdik. Kısacası bu durum benim şansıma oldu, hiç okumadığım kadar kaynak gözden geçirdim. Normal bir vize-final haftasında derslerde alınan notları ezberlemekten çok daha iyi oldu böyle olması.

Not: Bloga bir sayfa ekleyip okuduğum kitapların veya kaynak kitaplarımın künyelerini paylaşmayı düşünüyorum. Aynı şekilde bunu okuduğum makaleler ya da izlediğim dizi/filmler için de yapabilirim.

Yorumlar

Popüler Yayınlar