Mektup 49: Davete İcabet


Aklımı kaçırmama ramak kalmıştı. Dört saattir Kennedy’de trafik kilitliydi. Birkaç metreden fazla ilerleyememiştim, resmen çakılmıştım. Arabanın camını silmek isteyenler; mendil satan, su satan çocuklar… Alayı gelip geçti de hiç oralı olmadım. Cama tıklattılar, para istediler, trafiğin yarısında bir motorcuyla da tartıştım. Nihayet günümün böyle heba olacağını anlayınca arabanın içinde ilgilenecek bir şey aradım. Kırk yılın başı, anlıyorsun değil mi? Kırk yılın başı Kennedy’den geçiyorum ve hayatım zehir oluyor.

Arabada birkaç kitapla gazete vardı. Karıştırdım ama ilgi alanım değildir. Kitap okumam, gazeteyi de kim ne yapsın?  Telefonda vakit öldürdüm biraz, sosyal medyada dolandım. Camı silmek isteyen veletlerden biri kendisini ön cama atınca yerimden sıçradım. İnsan gibi de beceremiyorlar iletişim kurmayı. O sinirle telefonu da attım yan koltuğa. Anlayacağın işim işti.

Sonra işte o çocuğu gördüm. Saat mi? Yanlış hatırlamıyorsam altı buçuk gibiydi. Araba belki iki saattir ilerlemiyor. Evet peşinden gittim çocuğun. Ama sor, neden gittim? Çünkü çocuk arabamın içine atlamış. Birden arka koltukta görünce ödüm koptu. Zebella gibi bir şey, zayıfça, bembeyaz tenli.

*

Üç saattir asfalta mıhlanmıştık, araba santim gitmiyordu. Tabi sıcaktan yanıyorum, klima falan kâr etmiyor. Elimde geçen haftadan kalma bir gazete, çareyi onunla yellenmekte buldum. Bir ara aynayı indirip makyajımı tazeledim. Aşk olsun komiserim süslü kokona mıyım ben? Her kadın kendisine bakmayı bilmeli. Evet, ne diyorduk?

Çocuk mu, ne çocuğu? Ha, tabi ya o. Yan arabadaki herifin arka koltuğunda gördüm ilkin. Adam nasıl bağırıyor ama. Dedim bu kadar bağıracak ne var, çocuk işte. Çocuk inip benim arabaya atlamasın mı! Ben de bağırmaya başladım tabii. Adam indi arabadan şükür, benim kapıyı açtı. Çocuğu yakalasa elinden alamayacağız. Dedim “Adam dur, yapma, etme.” Meğer adamın çocuğu değilmiş. Adamcağız kim bilir kaç saattir yolda çivili. Sinirden kıpkırmızı olmuş. Yok sen yakalarsın yok ben tutarım, derken çocuk diğer kapıdan inip kaçıverdi.

*

Evet efendim. Çocuk kadının arka koltuğundaydı. Diğer arabadaki adam çıkmış, kapıyı zorluyordu. Arabadaki kadın mı? E korktu tabii, çığlık çığlığa ortalığı birbirine kattı. Bir yandan da o adama bağırıyor çocuğa bir şey yapmasın diye. Adam baya sinirlenmiş ki çocuğa düşmanı gibi bakıyordu. Bakışından sen bile korkarsın. İstanbullu işte, trafiği çekemiyor ama şehirden vazgeçemiyor da. Hem sıcaklar çok bunalttı insanları. Aslında sıcak değil de nem çok.

Çocuk mu? Pek düzgün giyimli bir şeydi. Ben arka çaprazdan izliyorum tabii. Çocuk indi diğer kapıdan, benim arabanın yanından geçti. Ben bekliyorum ağlasın, koşup bağırsın. Fakat hiç oralı değildi, ağlayıp sızlanmıyordu. Dünya yansa umurunda olmayacak. Sadece yürüyordu. Giyimi kuşamı mı? Valla üstünü hatırlamıyorum da ayakları çıplaktı. Arabadan inerken gözüme iliştiydi.

*

Siyah kıvırcık saçları vardı. Bembeyaz bir çocuk. Bak çok net hatırlıyorum, mavi yakalı beyaz bir gömleği vardı. Tertemiz, ütülüydü. Altında da kot pantolon. Hayır komiserim, kirli paslı çocuklardan değildi; gayet düzgün giyimliydi. Elbette, ben de şaşırdım ama yolunu kaybetmiş? Başkasının arabasına binmiş, ben ne bileyim? Yedi azarı tabi, sonra adımlarını hızlandırdı. Birden benim arabanın arkasında durdu. Sağına soluna bakındı. Tabi işkillendim, temiz çocuk da olsa sakat işler. Bir şey mir şey yürütür diye onu izliyorum. Ama arkamdaki araca bakıyor.

Kaskatı kesildi birden, hiç kıpırdamaz oldu. Korktum, bir şey oldu sandım.

Arabadan indim ben de mecburen. Herifin biri yanımdan geçerken omuz attı. Arabanın yanından dolanıp dövecek herhalde çocuğu, dedim. Başka bir adam da arkasından koşuyor, engellemek için olacak. Yine kadının biri de… Süslü boyalı bir kadın, evet. Yok, o uzaktan izliyordu; arabasının yanından. Ben de bakayım dedim ama bu sefer aynı herifin ikinci omuz darbesi. Çocuktan çıkaramamış hıncını, topuklamış tabii velet; onun için bizden çıkarıyor.

“Sen misin bana dayılık yapan?” deyip bir tane yapıştırdım ağzının ortasına. Diğer adam hemen araya girdi. Mülayim bir şey: “Aman abi, durun n’apıyorsunuz.” Zaten orada çakılıp kalmışız, hava da sıcak, bütün millet bunalmış. Be herif bari adam ol da dayılık etme, değil mi komiserim?

Biz dalaşınca diğer sürücüler de indi tabii. Çocuk mu, ne çocuğu? Valla sonra görmedim komiserim. Belli ki kaçtı bir tarafa ama nereye görmedim. O sıra herife vuruyordum tabi ben. Ama o kadar temiz geçirmişim ki, anlatamam. Tam böyle gözünün üstüne…

*

12-14 yaşlarında olması lazım… Evet, trafik sıkışmıştı. Bayadır o haldeydik, kitap okuyordum ben de olduğum yerde. Hayır, daha önce görmemiştim onu. Tam arabamın önünde durdu. Komiserim, belki inanmayacaksınız ama ben o sıra kitapta “Bana yardım etmen için gözlerinin içine bakıyorum; sen beni nerelerde arıyorsun?” diye bir cümle okuyordum. Kafamı kaldırıp da onunla göz göze gelince…

Anlarsınız işte… İnsan bazen böyle saf olur ve her şey mümkün gibi hisseder. Çocuk donup kaldı, sonra adamın biri ona bağırınca korkup kaçtı. Birden birkaç adam birbirine girdi. Evet, biri önümdeki aracın şoförü. Diğerlerini bilmiyorum, görmedim. Çocuk direkt bir apartmanın bahçesine girdi. Evet, arkasından gittim ben de. Neden gittim bilmiyorum ben de.

Binanın açık kapısından girdi, ben de koşup kapı kapanmadan yetiştim. Merdivenlerden deli gibi bir hızla koşuyordu. Ne yapabilirim ki? Tanımadığınız birisine nasıl seslenirsiniz siz? Nasıl seslendimse nafile, arkasında dönüp bakmadı bile. İlk basamakta heyecandan takıldım. Ayakları yere vura vura, ses çıkartarak koşuyor. Acaba benden mi korktu, dedim. Gürültü yapıyor ki komşular çıksın, ben de onu rahat bırakayım. Fakat ben durunca o da durdu.

Merdiven boşluğundan kafasını uzattı, ben de aynı anda uzatınca göz göze geldik. Bu sefer inler gibi bir ses çıkarttı. Size inlediğine yemin edebilirim. Ağlama, sızlanma ya da bağırma değildi. Çocuk resmen acıyla inliyordu. Bir güç daha alıp koştum. Ayak seslerini duyuyorum, evet. Ama yetişemiyorum ki. Sonunda sadece kendi ayak seslerimi duyunca bir kat daha çıktım ama son kat olduğunu görünce iyice kafayı sıyırdığımı düşündüm.

Herhalde, dedim, iki kapıdan biri evi olacak. Kapı sesi duymadım ama başka yolu yok ki. Yoksa koca çocuk buhar olup uçamaz. Benimkisi kedi merakı, peşine düştüm işte aptal kafa. Çatıya çıkmış olmasın, diye kafamı kaldırdım. O sıra kapılardan soldaki açıldı. Ağlayan kadınlar çıkıyor.

Beni görünce şaşırdılar, sonra ağlamalarına devam ettiler. Herhalde dolandırıcı çetesinin kucağına düştüm, dedim. Böyle saçma fikir ancak onların aklına gelir. Kadınların hepsi örtünmüş, kara kara giyinmişler. İçeriden başka bir kadın, evin sahibi olacak, kafasını uzattı. “Buyur kızım, gel.” dedi. “Şaduman’ın kızısın sen, değil mi? Ah ne kadar büyümüşsün. Geç kaldın kızım, geç kaldın. Ananı al da götür, kadın ağlamaktan helak oldu.”

Ben hiçbir şey anlamadım ama bozuntuya da veremedim. Usulca girdim içeri. Burası apaçık bir taziye eviydi. Holün sonundaki büyük, aydınlık salonda pek çok siyahlı kadın doluşmuş ağlaşıyordu. Salonun köşesindeki yatakta, işte o çocuğu gördüm. Ağlayışların arasından "Geç kaldın kızım, geç kaldın. Zavallı yavrucak, şimdi gitti." gibi sözler duyuyordum.

Yorumlar

Popüler Yayınlar