Mektup 55: Küçüklüğümün Sabahları
O eski günler hep bulanık anılar şeklinde aklımdalar. Sabah
gözümü nasıl açarım, yatağımdan nasıl kalkarım, hiç hatırlamıyorum. Yalnız
yeşil badanalı bir odam vardı. Babamla birlikte boyamıştık. Beni kucağına alıp
merdivene çıkarttığını, elime fırça verdiğini anımsıyorum. Belki bu anılar
aklımda yoktur ama eski fotoğraflardan oluşmuştur. Hangi şekilde olursa
olsunlar, ben fırçayı tutup duvarı babamla boyadığımızı hissediyorum. Boruların
arkasına girmeyen dev elleri vardı babamın, hep bana boyatırdı oraları. Sonra
ben o borulara yaptığım resimleri asardım, bir sergi açardım.
Ben bıkana kadar resimlerim orada dururdu. Yatağım kapımın
arkasındaydı. Ateşlendiğim gecelerde annemin geç saatlere kadar alnıma sirkeli
bir bez koyup ahladığını bilirim. İşte o sabahlarda da belli ki bu yataktan
küçük bedenimi kaldırıyor, minik ayaklarımla gıcırdayan parkelerin üstüne
basıyordum. Vitraylı eski ahşap kapım o zamanlar gıcırdamıyordu.
Sabahın köründe biricik aktivitem herkes uyurken evin hâkimi
olmaktı. Onlar geceleri geç yatar, çok geç uyurlardı. Ben çocuktum, akşam
sütümü içip yumurtamı yer, erkenden vurur kafayı yatardım. Bazı geceler kâbus
görürdüm ama yine de çok rahat uyurdum. İşte rahat çekilmiş bir uykunun emaresi
olarak erkenden ayakta olurdum. Parmaklarımın ucuna basar, hemen birkaç adım
ötedeki minderin üstüne yayılıverirdim. Evin en sıcak yeri orası olurdu.
Eski bir doğalgaz sobamız vardı. Minder de onun önündeydi.
Hiç kömür sobası göremedim ben, yeni çağın çocuklarındandım. Halimiz vaktimiz
de iyiydi herhalde. Sobayı yakmayı bilirdim fakat inat bir çocuktum. Üşüdüğüm
anlaşılmasın diye sobayı bilerek yakmazdım. Mindere de onun için sığınır, beni
sıcak tutsun isterdim. Biraz ısındıktan sonra yine ufak adımlarla televizyonun
yanına gider, dolabının çekmecesinden uzanıp kumandayı bulurdum.
Çocuk kuşağına bayılırdım. Çocuk kuşağı oynarken arada
oynayan reklamlara daha çok bayılırdım. İki yaşımdan beri reklamları seyretmeyi
çok seviyormuşum. Galiba o renkli ve müzikli şeyler pek ilgimi çekerdi. Çıkan
oyuncakları, abur cuburları pek istemezdim; bunlarda gözüm yoktu. Ama bu neşeli
tablo bir şekilde hoşuma giderdi. Yine mindere döner, şaşırır, geri dönüp tüplü
televizyonun tuşuna basardım. O tuş mükemmel bir gürültü çıkarırdı basarken.
Televizyon cızırdayıp açılırken ekrana elimi koyardım. Sonra
minderime döner, herkes uyanana kadar çocuk kuşağını izlerdim. Bazen hayaller
kurup o gördüğüm çizgi filmlere ben de ortak olur, kahramanlara yardım eli
uzatırdım. Saat 10’a yaklaşınca çocuk kuşağında işim biterdi, sevmediğim çizgi
filmler çıkardı. Ben de televizyonu kapatıp odama geri dönerdim.
Ablamla aynı odada yatardık. Onun uykusu pek ağırdı. Zaten
bizim ailedeki herkesin uykusu pek bir ağırdı yahut ben hayalet ninjalar gibi
sessizce hareket etmesini iyi biliyordum o çocuk halimle. Ablam uykusunda
konuşurdu, ben de bazen yanına oturup onun konuşmasını izlerdim. Bazen ben de
onunla konuşur, kafa bulurdum. Bundan canım sıkılınca yatağımın kenarına
yığdığım oyuncaklarıma dönerdim. Oyuncak dediğime bakmayın, pek oyuncak sevmezdim.
Oyuncak meraklısı bir çocuk olmadım hiç. Ama çok fazla
yapbozum ve masal kitabım vardı. Anneme her gece bir masal seçtirir, uyumadan
evvel en az üç kere tekrar tekrar okuttururmuşum. Okuma yazmayı sökmeden evvel
öyle çok kereler dinledim ki bu masalları artık ezberlemiştim. Bazen annem
okumaktan bıkar, “Madem ezberledin, al bakalım sen bana oku.” deyip masalı
elime tutuştururdu. O zaman ben, sanki annemin küçük babası olmuş da kızına
masal okur gibi, masalı baştan sona aklımda ne kadar kaldıysa okurdum. Takıldığım
yerlerde de anneme bakıp gülerdim.
Biraz onları kurcalar, içlerinden bir yapboz seçer ve salona
geri geçerdim. Ama salonda oturmazdım. Sabahları babam işe giderken onu
engellemek için önüne siper durduğum dev çelik kapıya yönelirdim hemen. Ağır kulpuna
asılır, açıverirdim. Kilitlemezlerdi ben küçükken.
Aile apartmanında otururduk. Kışın havası buz gibi olan ve
insanı üşüten mermer merdivenler vardı. Ben hiç terlik falan dinlemez, hemen
kapıyı aralık bırakıp üst kata çıkardım. O zamanlar nasıl o merdivenleri
çıkmışım, nasıl düşmemişim hiç bilmiyorum. On sekiz basamak çıkar, üst kattaki
anneannemlerin kapısını tıklatırdım. Çatıyı kapatan ara bir ahşap bordo kapı
vardı. Geceleri onu kapatırlardı. İlkin ona vurur, sonra daha çok vurur, ses
gelmeyince bu kez demirlerinden üstünden sarkıp üst merdivenlere atlardım.
Kapının çatıya açılan tarafını kilitlemezlerdi, hatta bazen
aralık bırakırlardı. Aralıksa küçük parmaklarımı sokarak, yok kapalıysa biraz
kendimi zorlayarak o ahşap kapıyı açardım. Küçük bir aralık olunca hemen
geçebilirdim zaten. Bu sefer çelik kapının önüne gelir, işte buna vururdum. Bu
sefer ahşap kapıyı duymayan anneannemler, ne hikmetse çelik kapıyı duyarlardı.
Dedemin kulakları ağır işitirdi. Anneannemse zıpkın gibi bir
kadındı. Yanlarında bir de teyzem kalırdı. O zamanlar teyzem çalışır, işe erken
giderdi. O yüzden anneannemler hep erkenden kalkardı. Ben onlarda oturur, biraz
daha televizyon izler, anneannemin kucağında yuvarlanırdım. Onlarla kahvaltı da
ederdim. İki kere kahvaltı, bir kereden iyidir. Yemezsem anneannem “Yemek
buldun ye, dayak buldun kaç!” deyip yine beni ikna ederdi. Ben de yumurtayı pek
severdim. Kahvaltı sofrasında bana fıkralar anlatır, güldürürlerdi. Bizim
gürültümüze alt kattaki annemler de uyanırdı.
Kahvaltı biter, teyzem işe gider, ben anneannemle kalırdım.
Ta o zaman annem gelip beni alır, kahvaltı ettiysem hiç dokunmazdı. O da
aşağıda kahvaltısını edip babamı işe, ablamı okula uğurlar, sonra yukarı bizim
yanımıza gelirdi. Kahvelerini içer, sohbet ederlerdi. Ben de yanlarında
anneannemle eğlenirken yapamadığım yapbozumla ilgilenir, “Anne bıktım şu
yapbozlardan, artık beni okula gönder.” derdim. Bu sefer iki kadın daha çok
güler, daha çok gülerdi.
Yorumlar
Yorum Gönder