Mektup 65: Merakın Hudutları

 

Meraktı Adem’le Havva’ya o elmayı yediren
İnsanı Cennet bahçesinden yeryüzüne indiren
Göğsündeki kor gibi ateşi soğuk sularla dindiren
Buna rağmen insanlık mesajını evrenlere bildiren

Merak ve sorgulama insanlığın nadide parçalarıdır. İnsanın içindeki merak duygusu onu bin yıllarca çevresini ve kendisini keşfetmeye yönlendirdi. O derece ki insan artık kendisini de çevrenin bir nesnesi olarak görerek inceleme, kendisine benzeyen prototipler üretme ve gözle görülemez şeyleri anlama becerilerine erişti. Avcı toplayıcı atalarımızın meraklı bakışlarını mağaradan dışarı çıkardığı günden beri bu çaba hiç son bulmadı. Felsefedeki ilk maddenin sorgulanmasından bilginin sistematikleştirilmesine dek uzun yollar kat ettik ve ufak da olsa bir şeyler başardık.

Ama durduğumuz noktaya iyi bakmak gerekir. Dikkat edersiniz bilimin ve bilginin bu şekilde yüceleştirilmesi çok yeni bir olay. Önceleri hakikat, büyü, ahlak, felsefe ve din gibi yöntemlerde kendilerini farklı yüzlerde ortaya çıkarsalar da sistem haline gelen bilim evren çapında çok genç bir olgu. Pek çok bilim dalının sadece birkaç asırdır dünya üzerinde olduğunu hatırlatalım kendimize. Başlarımızı kaldırıp geleceğe bakalım. Bu robotlar çağında nasıl da hayretler içerisinde kalıyoruz, halbuki biraz mantıklı düşünsek gelecekteki insanlık için bu yalnızca ufacık bir başlangıç!

Gelecekteki insanlık - şayet kendisini yok etmemiş ve bir şekilde bilimi geliştirmeye devam edebilmişse – bu günlerimize tıpkı bizim mağara adamlarına baktığımız gibi bakacaktır. Nasıl ki o ataların başlarını mağara karanlıklarından başlarını güneşe çıkartması bizim için mühimse, bizim dogmaları kabul etmeyerek aydınlanma hareketiyle bilimleri sistematikleştirme çabamız da buna benzetilecektir. Bizler, ilim çağının avcı-toplayıcı atalarıyız.

Tabii belki de işler düşündüğümüz gibi gitmeyecek. Tehlikelerini görmüyor muyuz? Şimdiden bilimin tekelleşmesi, iktidarın ve medyanın elinde oyuncak olması söz konusu. Halbuki halkın bilimle arasında yaratılan bu uçurumda tek bir suçlu yok. Yan gelip yatan halk da suçlu, bilimi pis işlerine alet eden yönetimler de suçlu, hatta ve hatta bilimi göklere çıkarıp halka açıklamayı beceren bilim insanı bile suçlu. O yüzden belki de geleceğin senaryosu akılcı bilimin yok oluşudur?

Fakat biz yine iyimser olalım. Akılcı ve eleştirel bilim metodunun geliştiği, insanlığın bilim sayesinde bir üst uygarlık seviyesinde çıkabildiği bir gelecek hayal edelim. Bu geleceği düşünmek bile muazzam zor, değil mi? Yepyeni bir teknoloji düşünme çabalarımız boşa çıkıyor. Yepyeni ulaşım araçları ve ulaşım metotları düşünürken aklımıza gelen muazzam teknoloji bile, bir aptalın dahi aklına gelebilecek “uçan otomobiller” olarak kalıyor. Yeni bilimlere, yeni fikirlere, yeni kuramlara karşı gözlerimiz öylesine kör edilmiş ki bilimsel metodu bile kendi içerisinde paramparça etmişiz. Yeni bilimsel paradigmaların ortaya çıkışı ancak bilim felsefesi içerisinde tartışılıyor ve bu tartışma sonuçlarını pratikte uygulamadan hâlâ oldukça uzağız.

Bugün hâlâ bazı bilimlerin bilimsellikleri tartışılabiliyor. Davranış bilimlerinin misal bazı camialarda kabul görmediğini, bilimsel metotlarını uymayan tarafları olduğunu duyuyoruz. Bir insanı insanca dinlemenin, söylemini analiz etmenin, psikodinamik süreçlerini incelemenin zayıflığıyla dalga geçiyoruz. İnsan değişkenini öyle kirletici, bilim metodu için öyle aşağılayıcı buluyoruz ki bilimi insanlığın gelişimi için icra ettiğimizi bazen unutuyoruz.

Akademideki gözlemlerim ne yazık ki bunu doğruluyor. Tarihin, psikolojinin, halk bilimlerinin yaptığı bilimin bilimden sayılmadığını; yalnızca entelektüel bir zümre içerisinde başıboş muhabbetlerin konusu olduğuna ne yazık ki çokça şahit oldum. Akademi kendi içerisinde kapalı bir sistem haline gelmiş durumda. Türkiye’de bu durum elbet dünyaya göre daha ciddi seviyelerde. Fakat dünyada da bundan pek farklı değil. Buna rağmen 90’lardaki küreselleşme salgını sağ olsun, milenyum sonrasındaki akademik çalışmalar yine kendi içlerinde kuyruklarını kovalayan bir köpeğe benzese de en azından şimdi hayatla daha iç içe ve bilimler arası bir konuma yükselmiş durumda.

Pandeminin de bunda yüksek bir payı var. Tarihte bilimin, sanatın ve uygarlığın gelişimi daima savaşlar, kıtlıklar ve felaketler nedeniyle olmuştur. İnsanlık Pandemi sebebiyle bilimin hayat kurtarıcılığını, insanlık içinliği ve önemini bir kez daha kavrıyor. Pandemi sürecinde yaşadıklarımız bilimin aslında hayatlarımızla ne kadar alakalı olduğunu, akademinin yüksek kürsülerinden onu çamurlu patikalara indirmeden ancak ta göklere de çıkarmadan nasıl denginde gündelik yaşama entegre edebileceğini gözler önüne seriyor.

Bunları bir kenara bırakıp geriye dönelim. Bu merakın, bu bilim sevdasının hudutları var mıdır? Bu iyimser senaryoda hatırlanmalıdır ki her ütopya biraz da distopyadır. Bilimin hızla ilerleyişinde iktidar ve güç sahiplerinin sansür engelinden kurtulsak bile bilimin canavarlaşmasını nasıl önleyebiliriz? İnsanın klonlanmasında, genetiğin değiştirilmesinde; yapay zekanın insan yerine karar vermesinde ve onların işlerini görmesinde ahlaki bir sakınca hiç yok mudur?

Bilimin hududu neresidir?

Fazla merakın kediyi öldürmesini geçelim, bu fazla merak pek âlâ insanı da öldürebilir. Uygarlığın gelişimi daima tehlikeyi beraberinde getirdi. Hastalıkla mücadele için yaptığımız ilaçlar yalnızca insan bağışıklığını güçlendirmedi, çok daha güçlü mikrop ve virüslerin evrimleşmesine de neden oldu. Evreni kolonileştirme çabalarımız bir gün aynı şekilde bize rakip uzay medeniyetlerini karşımıza çıkaramaz mı? Belki de uslu bir çocuk gibi gezegenimizde oturup yerimizi belli etmemek en mantıklısı olacaktır.

Görüyorsunuz ki burası bir muammalar çorbasına dönüyor. Bilinmez müstakbel işte. Bruno’yu, Kepler’i, Galileo’yu, Da Vinci’yi, Hezarfen Ahmet Çelebi’yi, Piri Reis’i mahkemeye çıkaran ve bazen idam eden bilinmeyene karşı duyduğumuz korku ile evreni anlama çabamızdaki merak güdümüzün kıyasıya savaşırdır bu. Bitmeyecektir, bitemez, bitmesi düşünülemez. Şayet biter ve insanlık bu yollardan yalnız birine meylederse işte o zaman vay halimize. Çünkü fazla cesaret aptallık, fazla korku tutsaklıktan başka bir şey getirmez.

Yorumlar

Popüler Yayınlar