Mektup 68. Terapide Düşman
Terapi kabaca danışanın problemiyle başa çıkamaması sonucu
uzmandan yardım alarak bu problemle başa çıkmayı öğrenmesidir.
Problemi/problemleri kendiliğinin parçalarıyla, yaşantılarını yorumlama
biçimiyle ya da geçmiş travmalarıyla ilgili olabilir. Problemle başa çıkma
metodu olarak psikoloji okulları farklı şeyler önerirler. Kimisi danışanın
dünyayı yorumlama biçimiyle ilgilenir, kimisi bunun çocukluk düşlemleriyle
ilgili olduğunu söyler. Metot açısından zengin bu terapi çeşitlerinin bazı ortak
noktaları vardır ki bu yazının konusu da bu noktalardan biridir.
Aslında terapi danışanın ve terapistin problemi birbirlerine
yansıtarak çözümledikleri bir oyundur. Biz, bu oyundaki yansıtmayı daha çok
danışan üzerinden görürüz. İki kişi karşılıklı oturmuş ve geçmişleri hakkında
konuşuyorlar. Tabi daha çok danışana odaklanılmış biçimde. Danışan amiyane
tabirle dert yakınıyor, terapist ise onu dinliyor ve analiz ediyor.
Danışanın gözünden baktığımızda bu ilişkinin basit bir
dostluk ilişkisinden ilk başta pek de farkı yoktur. Çünkü bir arkadaşıyla mekânda
buluşmuş, karşılıklı oturmuştur ve derdini anlatmaktadır. Karşısındaki terapist
aslında o an için “edindiği yeni bir dost, tanıştığı yeni bir kişi”dir. Bu kişi
(yani terapist) onun problemlerini dinlemek, birlikte bu problemlere çözüm bulmak için oradadır.
Terapistin de buna benzer bir deneyiminden söz edebiliriz.
Ancak o, öznellikten ziyade nesnelliği ön plana koymaktadır ve formasyonu
sebebiyle bunun tam tersini deneyimler. Danışan için dostlukları terapi anına
yansıtılırken aksine terapist için terapi anı dostluklara yansıtılır. Terapiye
ilk kez gelen danışan için terapi ortamı yeni bir dostlukken, yeni bir terapist
için her dostluğu bir terapidir. Tahmin edilir ki yeni ve deneyimsiz
terapistler için bu çözülmesi gerekilen bir sorundur.
Zaten terapinin ileriki aşamalarında danışan da bunun bir
dostluk ilişkisi olmadığını kavrayacaktır. Karşısında görevi sebebiyle orada
bulunan, uzmanlığını inceleme için kullanan ve “dostu olmayan” bir yabancı
vardır. Kendisi sürekli dertlerini anlatmasına rağmen bu yabancıdan (yani
terapistten) böyle bir dönüt alamaz. Terapistin bu tutumu, danışanda bir çeşit
anksiyeteye neden olur. Artık dostu olmadığını bildiği bu yabancıyı hangi
kefeye koyacaktır? Bu noktada terapi sürecinin asıl amacı olan dirençler
meydana çıkar ve terapist de bu dirençlerle ilgilenir.
Terapi boyunca bu anskiyetenin çeşitli yansımalarını
görürüz. Özellikle terapiden umutsuz olma, terapiyi yarım bırakma, olayların
gidişatından memnun olmama gibi durumlar bu dönemlerde olur. Hatta bazen
danışan terapistine bunu açık bir şekilde dile getirir. “Neden hala gelişme
kaydedemiyorum? Neden hiçbir şey değişmiyor?” Ve zihnini arka planında
düşmanlığı beslenmeye devam eder. Karşısındaki yabancı, ona sorular sormaya
devam etmektedir.
Tabi bu düşmanlaşmada yansıtmanın da rolü vardır. Aslında
olan şey şudur: Danışan, problemini bir anı şeklinde hatırlamakta, terapi
boyunca bu anıyı incelemekte, terapi boyunca konuştuğu tek kişiye bu anıyı
yansıtmaktadır. Bu, onun bilinçli yaptığı bir şey değildir. Karşısında onun en
mahrem travmalarını bilen, arkadaşı bile değilken kişiliği hakkında yorum yapma
cüretini gösteren bir yabancı vardır. Terapist, artık apaçık bir düşman
statüsündedir ve benlik için tehlike arz eder.
Terapist çeşitli telkinlerle güven ortamını yeniden
oluşturacak, bu dirençleri kırmaya çalışacaktır. Ancak aynı anksiyete, tıpkı en
baştaki dostlukta olduğu gibi, terapistin zihninde de zuhur eder. Terapist
apaçık kendiliğini gizlediği bir ilişki içerisindedir. Bir yandan işte bu
“kendini anlatamama” üzüntüsünü deneyimler. Daha da ilerisi, danışan ile
ilişkisinde dirençlerle karşılaştıkça kendi benliği de bu dirençlere karşı bir
duvar örmeye başlar. Terapist bu dirençlerle düşmanlaşmadan dövüşmenin bir
yolunu bulmalı, hem etik ilkelere uymalı hem de kendiliğini gizlemelidir.
Tahmin edilir ki tüm bunları aynı anda yürütmek müthiş bir
gayret ve biliş gerektirir. Terapist bu noktada daha sık yorgun hissetmek,
erken uyanamamak ya da işe geç kalmak gibi kendi içsel dirençlerini de aynı
anda analiz etmelidir. Danışanına yapacağı yardımı etkilememesi için bunları
bertaraf etmeye çalışmalıdır.
Ayrıca danışan ve terapist arasında bir rekabet de
bulunmaktadır. Çünkü danışan karşı koltukta “kendi problemlerine sahip olmayan
alternatif bir versiyonuna” bakmaktadır. Terapist ise karşı koltuğunda
“problemleri yenememiş geçmiş zayıf benliğine” bakar. Danışan terapistine karşı
kıskançlık, terapist de danışanına karşı küçümseme hisseder. Dirençlerin
çözümlenmesi tam manasıyla aslında bu düşmanlık duygularının çözümlenmesidir.
Dirençlerin çözümlenmesinin ardından danışan terapistin
kendi kişiliğini, her ne kadar dile getirmeyerek gizlemiş olsa bile, olduğu
gibi kabul eder. Terapist ise bu dirençleri kendi analizi sırasında zaten çözümlemiş
haldedir. Terapi sırasında da bu dirençlerin tekrar oraya çıkma ihtimaline
karşın daima tetikte olmalı, ayrıca süpervizyonunda da bu dirençleri dile
getirmelidir.
Özetle terapi, biraz da romantikleşecek olursak, düşmanınızla yaptığınız bir muhabbettir. Fakat ortada ne bir savaş ne de bir kavga vardır. Bu iki düşman birbirlerinin sınırlarını zorlayarak konuşma seansları gerçekleştirirler. Açık bir saldırı hiçbir zaman olmaz. Ancak iki düşman da terapiden her çıktığında kendi hakkında acı gerçekleri fark etmiştir. Terapi dışında sürekli bir düşün-halde kalarak ve kendisiyle yüzleşerek yoluna devam eder.
Bu gerçeklerin kabullenilmesiyle işte terapi başarıya ulaşır.
Yorumlar
Yorum Gönder