Mektup 72. Meditatio
Düşünmeye başladım. Sanki dünya üstünde geçirdiğim yirmi sene boyunca zerre düşünmemişim gibi düşünüyorum şimdi. Sanki bugüne dek aklımdan geçenler saçmalıktan ibaretti de şimdi hakikaten düşünür oldum. Hareketlerim ağırlaştı, küçükken sıcak bıkkın yaz günlerinde deneyimlediğim gibi zaman yavaş akmaya başladı, gözlerimi yumunca kalbimi duyar oldum.
Huzur dedikleri şey bu mu? Bu huzurun bana ne faydası olacak?
İşte, yine yaptım! İnsan ne kadar sevimsiz ne kadar şükürsüz bir canlı. Erişilebilecek
en iyi zihin durumuna eriştikten bir saniye sonra bile utanmadan “Ee ne olacak
şimdi?” deme cüretini gösterebiliyor.
-
Bir sancı saplanıyor. Anlıyorum ki bu dünyada bir amaca
sahip olmak aslında gebe olmaktır. İçindeki yükün sahibi olarak insan, çok
sancılar çekecek ama sonunda bu bebeği sağlıkla doğuracaktır.
-
Yalnızım. Kendime “Sen yalnızsın.” diyemeyecek kadar
yalnızım. Kimsesizim çünkü kimselere muhtacım, mutsuzum çünkü mutluluğa
muhtacım, güçsüzüm çünkü güce muhtacım. Her neyi arzuluyorsam ve ne için
çabalıyorsam onsuz olduğum, onsuzlukla yaralandığım için muhtacım. Ve tüm
nefret ettiklerim, aslında imrendiklerimdir. Kötülükten nefret etme sebebi de
budur insanın. Çünkü insan, kötülüğün gücü ve vahşiliği karşısında
büyülenmektedir.
-
İnsanın kafasının içinde kendi iyiliğini isteyen hiçbir
düşünce yoktur. Günlerimizi verip kurduğumuz o düşler, tüm gün konuştuğumuz
içsel kendiliklerimiz, yaşamı sorguladığımız o uzun saatler… Aslında hepsi
birer düşmandır. Biricik vaktimizi kendi mezarımızı kazmak için harcarız. Bin
bir zahmetle inşa ettiğimiz benliğimizi kendi ellerimizle aşiyana tıkarız. Ne
aptalız!
Zaten farkındaysanız zihin hep bir dinlenme peşindedir. “Yoruldun,
otur biraz dinlen.” demekten geri durmaz. Halbuki bedenin sahip olduğu bu
yorgunluk durumunda zihnin ağzını açmaya hakkı var mıdır? Tam tersi, bitip
tükendiğimiz vakit de bize aksi gibi “Kalk ve ölene dek çalışmaya devam et!”
diye kızgın emirler yağdırır. O halde onun bu alçak tuzağına düşmeyelim.
Bedenimizin yorgunluğunu yine bedenin kendisiyle test edelim. Yapmaya devam
edebiliyorsak yapalım çünkü bir adım daha gitmeye cesaretimiz varsa zihin zaten
bu kudret karşısında diz çökecektir.
-
En büyük düşman zihin olduğu gibi, en büyük dost da aslen odur. Çünkü hasedine hiçbir anlam veremediğimiz, yalnızca savaştığımız düşmanımızı gün gelir de anlamaya çalışırsak onun da bizimkisi gibi korkuları ve acıları olduğunu göreceğiz. Düşmanlık perdesinin altından nurlar içindeki dostluk görünecek. Varsın yine düşman kalınsın, yine de düşmanın en iyi dostun olsun. Çünkü düşmanını bile dost bilenin bu dünyada hiç kimse sırtını yere getiremez. O, en büyük düşmanını yenmiştir. Başka kim onun karşısında dayanabilir?
Düşmanlık kalesini yıkanı hangi yiğit yıkabilir?
-
Tüm yaşamımı her şeyin aslında benden ibaret olduğu tezi
üzerine kurdum. Yaşayan tüm insanlığın, yaşanan her olayın ve gölgesi yere
düşen her eşyanın aslında akislerinde beni gösteren şeyler olduğunu
zannediyordum. Hatta bu şeylerin kendi özleri olamayacağını, yalnız bu
akislerden ibaret olduklarını düşünüyordum. Benim için uzun bir süre yalnız ben
vardım.
Yanılmışım! Halbuki insanın benliği, kendi başına yeterli
olma cesaretini gösterse her şeyde kendini görmeye muhtaç olur mu? Ben başka
şeylerde de var olmadan tek başıma var olamayacağımı sanmıştım. Grupların,
eşyaların ve olayların yarattığı konsensüs karşısında sağlam durabileceğime hiç
ihtimal vermemiştim. Bugün bu yanılgı yok oluyor! Nesnel bilgi kat’i surette
vardır dostlar, vardır ve benim benliğim onun var olduğu hakikatini
kabullenecek kadar güçlüdür.
-
Normal bir insan olarak kahramanlığa neden bulmak ne zormuş!
Hiçbir zaman büyülü bir eşya keşfetmedim, bir yüzük tarafından seçilmedim ya da
sevdiklerimi trajik bir kazada kaybetmedim; bir uzaylı olarak doğmadım, üstüme
yıldırım düşmedi ya da ölümden dönmedim. Her şeye sahibim ve sistemle aramda
-teknik olarak- hiçbir problem yok. O halde ben, kahramanı kahraman yapabilecek
en büyük güce sahibim: Ne olduğu bilinmeyen saf isteme arzusu!
-
Dağınık düşünceleri bir bütün haline getirmenin zorluğu
altında eziliyorum. Onları böyle kısaca yazmayı akıl ettim de bu sanki daha mı
iyi oldu? Aksine, şimdi düşüncelerimi birkaç satıra bile yerleştiremez oldum.
Aklın işini kolaylaştırmak için yapılan yanlış hamleler bazen onu daha da atıl
kılıyor. Ne aklın ne de bedenin, işlerinin kolaylaştırılmasına gerek duyduğunu
sanmıyorum. Zaten onlar yapmaları gerekenleri yapabilecek biçimde
evrimleştiler. Onlara yardım edeceğimize gönülden inanalım ve güvenelim,
başaracaklarına ve bizi yarı yolda bırakmayacaklarına.
-
Bir dostum var; kendisiyle mütemadiyen irade hakkında
düşünür dururuz. Başka bir dostumuz iradeyle kafayı bozduğumuzu söyler. Evet
bozduk çünkü iradelerimiz sakat. Bir topalın bacağı, bir körün gözü gibi hem
de. Bir arzudan sakınmak ve bir işe girişmek iradesi, iradenin iki ucudur. Biri
topalın bacağı, biri körün gözüdür. İkisi tek başına bir iş beceremezken
birlikte olduklarında bisiklet bile sürebilirler. O yüzden insan bu iki
sakatlığı ayrı ayrı iyileştirmek yerine onları birlikte kullanmayı, açıklarını
birbiriyle kapatmayı akıl etmelidir.
-
meditatio.
Yorumlar
Yorum Gönder