Mektup 73: Meditasyonlar Üzerine Notlar

Meditasyonlar, Sokrates’in Savunması’ndan sonra beni en çok zorlayan eserdi. Sokrates’in Savunması gibi bir eseri okurken zorlanmam hoş görülmeli. O zamanlar henüz lise yıllarımdı ve felsefe gibi konularda da oldukça cahildim. Lise hayatının verdiği vurdumduymazlığın da bu zorlanmada payı vardı. Kitabın son kısımlarını neredeyse sarhoş bir biçimde okumuştum.

Ama Meditasyonlar için durum böyle değildi. Onu üniversite yıllarımda okumaya başladım, felsefi ve bilimsel temelim çokça oluşmuştu. Halen bu temelin tamamlanmadığına dair alçakgönüllülük edebilirim elbet ama sıradan bir kimseden de bu konuda ileride olduğum malumun ilanıdır. Bu genç yaşıma rağmen çokça tanrı üzerine düşünmüş, kendi fikirlerimi eksik ve yarım da olsa oluşturmuştum. Descartes’ın yaptığı metodik şüpheciliği ise çoktandır yapıyor haldeydim.

Fakat tüm bunlara rağmen Meditasyonları ayık bir kafayla okumak çok zordu. Üçüncü kısma geldiğimde algım yavaşlıyor, kundaktan yeni çıkmış bir bebeğe dönüşüyordum. Sadece felsefi düşünmeyi değil, tabiri caizse komple okuma yazmayı unutuyordum. Bu sebeple Meditasyonlar’ı neredeyse beşinci kez okuduğumda tamamlayabildim.

Descartes’ın düşünceleri çağına göre yeni değil. Özellikle tanrı hakkında pek çok argümanını çağının rahip filozoflarından okumak mümkün. Descartes onları bir araya getirerek asıl yeni bir iş başarmış. Ve o düşüncelere ulaşana dek de hiçbirinin yapmaya cesaret edemediği şekilde kuşku duymuş. Kuşkusunun sonunda matematiğe, geometriye ve “tanrıya” ulaşmış.

Notlarıma geçmeden önce son bir uyarıda bulunmakta fayda görüyorum. Descartes’ı eleştirmek benim haddime değil. Yaptığımız felsefe boks eldiveni olsaydı Descartes beni kum torbasına çevirirdi. Ben kim, Descartes ile boy ölçüşmek kim? Bu uyarı daima okuyucunun aklından buluna. Burada yazanlar küçük bir çocuğun kendi kendine lakırdısı…

DESCARTES’IN MEDİTASYONLARI ÜZERİNE NOTLAR

henüz ilk sayfalar

Apaçık gerçeklerden bahsetmiş olması ne kadar şaşırtıcı. Onun döneminde bunca şüpheyi duymaya cesaret eden gerçekten hiç kimse yok muydu? Fakat bu bir Hristiyanlık eleştirisi olur. Hiç kuşku duymaksızın tanrıyı kabullenmenin yanında Descartes’ın yaptığı bu yöntem tanrıya küfür sayılıyor. Doğru, hatta Descartes da aynı endişeye sahip. Eserini rahiplere onaylatmak için yıllarca dil dökmüş, sağa sola mektuplar yollamış biri kendisi. Tanrıya küfretmiş olmaktan ne çok korkuyor! Bir filozofun temellerden başlama sebebidir bu.

kopya ile gerçek arasındaki ayrım

Bu hayat gerçek olmasa bile en az bir gerçek hayat muhakkak var olmalıdır. Çünkü sahte olanlar ancak bir başka hayat (gerçek) kopya edilerek oluşturulabilir. Baz alınan kaynak var olmadan, orijinallik de mümkün değildir. Bu da gerçek ile sahte, orijinal ile kopya arasında bir ayrım bırakmaz.

siren ve sentor gibi füzyon canlıların düşlenmesi üzerine

Bu birleşik (iki canlının birleşmesiyle oluşmuş) düşüncelerin benden bağımsız olarak var olduğunun ve benim hayal gücümden kaynaklanmadıklarının en temel kanıtı yalnızca "onları" hayal edebiliyor ve onlardan olmayan, onlara katiyen benzemeyen başka hiçbir şeyi hayal edemiyor oluşumdur. Demek ki en başta benden bağımsız olan o şeyler de bir zamanlar yeni idi ancak onları ben düşlemedim. Demek onlar başından beri vardı ve varlar. Yahut tam tersi onlar da benimle var oldular.

matematik ve geometrinin hakikiliği

Fakat bu ilimlere nasıl güvenebilirim? Sırf ben yokken de üçgen üç kenarlıdır yahut iki ile ikiyi toplamak dört eder diye bu onların mutlak olduğu anlamına gelir mi ki? Biz bugün biliyoruz ki başka bir uzayda üçgenin iç açıları yüz seksen derece etmez. Haydi, uzayın farkını geçelim. Böyle basit şeyler dilde dahi mümkündür: “Beş kenarlı üçgen” diyebilirim misal. Onu düşünemiyorum ancak dil ile ifade edebiliyorum. Bu, onun varlığından yahut yokluğundan bir şey eksiltir mi? Yoksa varlıklarının ve yokluklarının belli şartlar altında gerçekleşeceğine mi dalalet eder?

Evet, üç kenarlı olmayan üçgenler de vardır; topladığımda dört etmeyen ikiler de. Bu uzayın içinde yahut dışında, fark etmez. Fakat illa düşlediğimde onları gerçek kabul edecek şekilde yola devam edeceksem bunu boşuna yapmış olurum. Çünkü bunlar kendi kendisini ispatlayan, refleksif ifadelerden başka şeyler değillerdir. Sırf insan daha kolay anlasın diye düşünülmüş ideallerdir. Doğanın neresine baksak toplayınca dört eden ikiler, mükemmel kareler görebiliriz ki? Ne sayılar ne de şekiller, doğada bizden apayrı bulunur şeylerdir.

düşünüyorum, öyleyse varım

Bu argümanda apaçık bir hata var. “Var” olup olmadığımı ancak “düşünen” bir şey olduğum sürece anlayabilirim, diyor. Yahut ben buradan bunu anlıyorum. Halbuki var olmam ve var olduğumu algılamam tıpatıp aynı şeyler değillerdir. Sırf düşündüğüm için varsam düşünmeyi bıraktığım an var olmaktan çıkıyor olmam gerekirdi.

Zombi metaforuna benzer bir metafor geliştirelim. Bir adamı hepten felç etsek, gözleri kör, her duyusu yitik olsa… Ve bu adamı boşlukta sallandırsak. Evet, evet elinde kalan son şey düşünebilmesi olurdu. O halde düşünme yetisini de elinden alarak… Çok tuhaf, bunu yapamıyoruz. İnsan “düşüncesinden” nasıl ayrılabilir ki? Eğer böyle bir şey mümkünse “Düşünüyorum, öyleyse varım.” demek aslen “Kolum var, o halde varım.” demekten farksız oluyor.

Bu, bir bilgisayar programını kapatmak ancak hala arka planda var olmasına izin vermek gibi. Düşünemiyor ve algılayamıyor olduğumda dahi var olmaya devam edebilme ihtimalim...

tanrının var olduğuna ilişkin kanıtların mantıksızlığı

Descartes Tanrı’da olduğunu düşündüğü yetkinliklerin kendi üzerine (kendinden öte) oluşu sebebiyle Tanrı’ya has olduğunu iddia ediyor. Erdem, mutluluk, iyilik gibi kavramlar insanda var ancak en ideal konumlarında değiller. O halde insan için bu hallerinin baz aldığı bir ideal konumları da bulunmalı. O halde bu ideal konum Tanrı’dır!

Halbuki tüm bu fikir selini sunarken bile Descartes – kendinden asırlar önce yaşamış filozofların da yaptığı gibi – o mükemmel hataya düşüyor ve şunu fark edemiyor: Tanrı’ya has olduğunu düşündüğü tüm bu yetkinlikleri (kendisi sahip olmadığını iddia etse bile) yine kendisi düşündü ve kendi algısında şekillendirdi. İdeal konumlarını bilmediği bu “şeylerin” bir yerlerde ideallerinin bulunduğunu hangi mantıkla söyleyebilir? “İdeallerini” düşleyebildiği an, zaten bu idealler onun “içinde” bulunmaktadır. Başka bir yerden alınmış değillerdir.

Üstelik bunca bilinmez ve yüce olan Tanrı (ve onun yetkinlikleri hakkında) nasıl kendi aciz insanî özelliklerinin idealleşmiş versiyonlarını kullanma gafletine düşebilir? İnsanın kendi boyutunda algılamış olduğu iyi-kötü, ak-kara gibi zıtlıklar Tanrı’nın kudretine atfedilemeyecek kadar insanî şeylerdir. Öyle olmasaydı Tanrı kötüyü hiç var etmez, bu zıtlıkları hiç yaratmazdı. Tıpkı bir stoacının zenginliği bir erdem ya da erdemsizlik olarak görmemesi gibidir. Çünkü zenginlik insan onu nasıl kullanırsa ona dönüşecektir, erdeme ya da erdemsizliğe…

Tanrı bize bunları tartmak için akıl vermişse, gidip de bu özellikleri tekrar onun varlığına bir kanıt olarak sunmak ne kadar akıllıca. Bu bana kollarımdan tutup yürümeyi öğreten anneme “Beni yürümeyi öğrettiğin için varsın!” demeye benziyor. Halbuki biz yürümeyi öğrensek de öğrenmesek de Tanrı vardır. O’nun varlığı, bizim özelliklerimiz üzerinden tartışılamaz.

tanrının özelliklerinin insan algısına benzediği yanılgısı

Bir ilk neden probleminin sonucu olarak Tanrı’yı görmek, yine algısal bir problemdir. Burada Tanrı sayılan varlık tanımı yapılmış tanrıdır. İlk neden olarak onu keşfeder ancak sonra onun ilk neden olmadığını fark edersem bile bu, O’ndan tanrılık özelliğini almaz. Buradaki “tanrı” tanımlarının ne kadar kısıtlı, ne kadar sınırlara bağlı olduğunu görünce şaşırıyorum. Çünkü benim O’nun özelliklerine dair tahminlerimin yanılgısı O’ndan tanrılık özelliğini eksiltmez. Bu tahminlerdeki başarısızlık O’na değil bizzat bana aittir.

tanrı ile tanrı fikri arasındaki ayrım

Aslında buradan çok önemli bir sonuca çıkıyorum. Tarih boyunca tanrı hakkında öne sürülmüş tüm argümanlar aslen O değil, bizim tarafımızdan O’na atfedilen düşüncelerdir. Aslında Tanrı’nın varlığını ya da yokluğunu her ispat edişimizde biz yalnız O’nun zihnimizdeki fikrinin var ya da yok olduğunu ispat etmekten öteye geçemiyoruz. Bu, gerçekten yaratıcıya inanmayan akıllı bir tanrıtanımazın “Var değil ki, niçin olmayan bir şeyin yokluğunu ispat etmeye çalışayım?” demesine benziyor. Aynı şekilde yaratıcıya inanan akıllı bir dindar da O’nun varlığını ispat etme çabasına hiç girmemeli. Her neye inanıyorsa, bu inancını inanmaktan çıkarıp “bilgi” gibi kabul etmeli. Yani Tanrı’nın var olduğunu ya da olmadığını “bilmeli” ve öyle hareket etmeli.

Çünkü benim ispat çabalarım onun varlık durumuna hiçbir etkide bulunamaz. Varsa var olmaya, yoksa da yok olmaya, yahut ikisi karışımı bir durumdaysa da o durumda kalmaya devam edecektir. Ben yalnız kendimi yormakla, çevremi üzmekle kalırım. Eğer varsa Tanrı, kendisinin var olma durumu gibi bir meseleden bizlerin fikir ayrılığına düşmemizi ister mi? Biz, aciz karıncalar, nasıl O’nu kendi ideolojilerimize kavga malzemesi yapma cüretini gösteriyoruz?

zıtlıklar üzerinden tanrının yüceliği ve tanrı fikrinin acizliği

Tanrı ile tanrı fikrinin (O’nun hakkında bu dünyada oluşturulmuş, insan algısına dayalı düşüncelerin) aslında aynı şeyler olamayacağını görüyorum. Aslında tüm zıtlıklar O’nun mevcudiyetinde bulunurlar. Ben gidip de bu zıtlıklardan yalnız birini ona atfetmeye çalışsam işte o zaman O’ndan bahsetmeyi bırakmış, dünyevi tanrı fikrinden bahsetmiş olurum. O, bizler gibi güçsüz ve aciz bir şey mi ki iyilik ve kötülük zıtlıklarından yalnız birini barındırmak mecburiyetinde kalsın?

Tanrı’nın mutlak iyi olduğu ve kötü bir şey yapamayacağı görüşü (sayfa 75) ne kadar yaygın! İnsanlar günümüzde bile bu ihtimalin gerçek olmasından ölesiye korkuyor. Halbuki biraz mantıklı düşününce Tanrı’nın iyiliği ve kötülüğü bir tuttuğunu, onları iki evladı gibi eşit sevdiğini görürüz. Bu zıtlıkların ayrımı tamamen insana özgüdür. Tanrı’dan bir olguyu böyle zıtlıklarla nitelendirilmesi beklenemez. Tanrı günahlara “Bu kötüdür!” demez, “Bunu günah olduğu için günah yapmıştır.” yalnızca. Sonuçta kasten yapılmamış ve kontrolden çıkılmamış hiçbir davranışın günah olmayacağı akılla da bilinebilir, O’nun oldukça bağışlayıcı olduğu kalple de hissedilebilir.

Aksine Tanrı bizi yanıltması için bizzat Şeytan’ı yarattı. Tanrı bizi bununla yanıltmak ister ki kendi aklımızla doğruyu bulalım. Bu, bize sunulan dogmadan bin kat daha hayırlıdır.

*Descartes tanrı üzerine fikirlerden bahsederken Hristiyanlığın Tanrı’sından bahsettiği için özellikle “Tanrı” ve “tanrı fikri” isimlerini kullandım. Diğer dinlerin bakış açılarının dışında kalarak bu yazıda yalnızca “Hristiyanlığın Tanrı’sından” ve “felsefi tanrı fikrinden” bahsediyorum.

**Kaynak aldığım Meditasyonlar, Alfa Yayınları’ndan Çiğdem Dürüşken’in çevirisidir.

Yorumlar

Popüler Yayınlar