Mektup 74: Amaç Poblemi

İnsan, amacı olmadığından yakınıp duruyor. Uzun süredir kafa patlattığım felsefi sorunlar arasında insanın hangi amaçla bu dünyaya gönderildiği de var. İnsan niçin bu dünyada, neden yaşıyor, biyolojik mekanizmaların tutsaklığı dışında amacı nedir? Biyolojiye göre konuşmak istemiyorum, yoksa hepimiz sırf hayatta kalmak için bu dünyaya geldik. Ben bizi diğer tüm canlılardan ayıran, o bilişsel sıçramaya sebep olan şeyi soruyorum.

Evrimsel biyoloji bu konuda gayet açık. Psikoloji de elbette buna katılıyor: Davranışlarımızın ve düşüncelerimizin hepsi hem yeni şeyler keşfedeceğimiz hem de güvende kalacağımız şekilde hassas bir ayarla bizi ve neslimizi yaşatmaya, çoğaltmaya hizmet ediyor. En alakasız ve aykırı düşünceler için bile bu açıklama bir nebze de olsa geçerlidir. Bir noktada bu doğru, baktığımız hiçbir şeyde yaşamı devam ettirme amacına uymayan şeyler göremiyoruz.

İntihar dahi öyle. Evet, yaşama taban tabana zıt olan intihar düşüncesi bile bir nevi kişinin kendisine zarar veren şeyi ortadan kaldırmasının eylemidir. Kendimize geri dönen tüm yıkıcı düşünce ve davranışların da mümessili işte yine neslin yaşamını devam ettirme güdüsüdür.

Dini açıklamalardan da bahsetmeliyiz. Dinler bu konuya farklı cevaplar verse de genel cevap değişmiyor: İyi ve ahlaklı bir hayat, cennet ile ödüllendirmek ve tanrıyı/tanrıları hoşnut etmek. İşte cennet bahçelerinden dünyanın çamuruna fırlatılma sebebimiz apaçık. Fakat akıl bu ya, ben biyolojinin ve dinlerin yaptığı bu açıklamalardan farklı şeyler arıyorum.

Ama cevapları aramaya devam ettiğim şu günlerde sorunun kökünü biraz daha incelemeyi akıl ettim. Çünkü başından beri bu soruda içime sinmeye bir şeyler vardı, en baştan sorma şeklimde bir hata olduğunu fark ettim:

Bir çiçeğin açması, bir yıldırımın düşmesi gibi meselelerde “amaç” lafını kullanmıyoruz, fark etmişsinizdir. Amaç, sanki beşeri bir unsurun sahip olduğu özellik gibi duruyor. İnsanın yaptığı alet edevatların misal birer amacı var. Kesmek, biçmek, yırtmak, dikmek… Öne çıkan tek bir iş, tek bir ama için bu aletler icat edilmiş. Var olması gereken bir boşluk, o işi halledebilecek aletin eksikliği söz konusuymuş. Ve icat edilmesiyle eşya o boşluğa getirilmiş.

İnsan bunun gibi bir alet midir? Doğaya bir boşluğu kapatmak, bir şeyin eksikliğini gidermek için mi yollandı? Yollandıysa, akıllı bir varlık tarafından “icat” edilmiş olması gerekiyor ancak insan icat değil ki, tıpkı en başta verdiğimiz örnekler gibi bir şey. Çiçeğin açması, yıldırım düşmesi gibi zamanla “oluşmuş” bir şey. Bir sürecin parçası, bir oluşum.

İşte şimdi bu sorunun saçmalığını düşünüyorum. İnsanın amacını sormak, çiçeğin açmasının yahut yıldırım düşmesinin amacını sormak gibi saçma. Onlar, yalnızca oluyor işte. Söz konusu süreçlerin, çiçek tozlaşmanın ve yıldırım da azot döngüsünün, lazım olan nadide parçalarıdır. İnsan da aynı şekilde daha büyük bir oluşumun, evrim mekanizmasının bir parçası. Bilincin evrimi, insanın akıl becerilerinin ani bir sıçrayışla artması işte tamamen bunun gibi şeyler.

Hala kulağa tuhaf geliyor olabilir ama bizler bu problemi insanın kısacık ömrü içinde çözmeye çalışıyoruz. Yani ortalama 70 senelik bir süre zarfı boyunca, insanların hep birlikte ya da ayrı ayrı kendilerine has olarak bir göreve sahip olmaları fikri bize çekici geliyor. Halbuki bizim bu şekilde verdiğimiz cevaplar hayatın amacı olamazlar, onlar hayatın bizim uydurduğumuz parçaları.

Artık tüm bu kargaşaya olağan şeyler gözüyle bakıyorum. Benim yazmam, sizin okuyor olmanız, bu ülkede ya da bu zamanda doğmamız, hepsi bir sürecin olağan parçaları yalnızca. İnsanlar doğuyor, ölüyor, süreç devam ediyor. Halihazırda böyle var olan, insan eliyle icat edilmemiş bir şeye amaç bulmaya çalışmak ne büyük bir hata.

Çünkü eksik hissediyoruz, bir boşluğu doldurması gereken önemli parçalar olduğumuzu düşünüyoruz. Halbuki sevgili insan, sen gitsen yerini başka birileri dolduracak. Aslında hiçbir değerin yok. Dünya sana muhtaç değil; şu gün ölüp gitsen yahut yok olsan, arkanda zerre bir toz tanesi bırakmasan da bu mesele sensiz devam edecektir. O yüzden, yapılacak en mantıklı şey bu doğal sürece ayak uydurup yaşamaya devam etmek. Tabi arzu ettiğin şekilde…

Tabi insanların kendilerine biçtiği amaçları aşağılamıyorum. Kimisi çok ünlü olmak ister, kimisi çok okunmak. Ama bunlar, zaten yaşamla birlikte var olmuş şeyler. Nasıl olur da onun amacı olabilirler? Bu bir bedenin var olma amacının bir kolu olduğunu söylemek gibi oluyor. Amaç, söz konusu bütünün daha büyük bir parçası olamaz. Aksi halde o parça haricindeki her parça, amaç ve bütün açısından değersiz ve atıl sayılacaktır. Hatta zamanla yok olmaları beklenecektir.

Vardığım sonuç benim de bir nebze içimi karartıyor. Gecenin bir yarısı, motoru gürüldeyen bilgisayarımın karşısında hayattan bezmiş bir halde oturuyorum. Islak saçlarımla, şişmiş ayaklarımla, mosmor gözaltlarımla bulduğum sonuca yarışır bir tabloyum. Ama umutsuzluğa kapılmayalım. Çünkü amaçsızlık bunalım getirdiği kadar özgürlük de getirecektir. Eğer doğal bir sürecin parçasıysam hepten kontrolden çıkmış bir yığınla sürükleniyor da değilim. Bu doğal süreçte ben de ona dahil olan ve onun akışına müdahale eden aktif bir varlığım.

Görüldüğü üzere bu son acı bir nihilizme götürmüyor insanı. Aksine bir stoacı gibi elimizde olanlar ve olmayanları farkını anlamaya itiyor. Çünkü nelerin elinde olduğunu, neleri kontrol edebildiğini tam manasıyla kavrayabilirse hayretler içerisinde kalır insanoğlu.

Yorumlar

Popüler Yayınlar