Mektup 76: Kanasusamış
Nasıl buraya geldim? Gözlerime kum giriyor, her tarafım kan
ter içinde, sıcak güneş tepemde yakıyor. Sırtıma, göğsüme yapışan kumlar beni
feci halde kaşındırıyor. Doğrulmaya çalışıyorum, biraz kum tükürüyorum.
Dudaklarım susuzluktan kurumuş, çatlamış.
Arenanın her tarafına bir dev anası atmış gibi duran
rastgele yıkık duvarlar. Tam tepedeki güneş yüzünden o duvarların işe yaramaz
ince gölgeleri. Hiç esmeyen, bu arenanın topraklarını unutmuş rüzgarlar. Ve
arenanın ortasında aklı karışmış, başıboş, zavallı ben.
Yer yer toz yığınlarının ardından yeni duvarları görüyorum.
Arenanın etrafında hiç seyirci yok, tribünler bomboş. Arenanın kapılarını sıcak
buğunun ardından hayal meyal seçebiliyorum. “Niçin buradayım?” diyorum. “Niçin
buradayım?”
O an aklımda işte o soru yankılanıyor: "En kanasusamış
versiyonunla savaşır mıydın?"
Kalkan bir toz bulutunun ardında O’nu görüyorum. Hiçbir
şekilde bana benzemiyor. Suratının her yerine bulaşmış kanı görüyorum. Kimisi
kaşındaki yarıktan kimisi patlak dudağından sızıyor fakat kimisi de ağzından,
dişlerinin arasından akıyor. Tüm bu kanlar çenesinde buluşup damlıyor. Kanın
kokusunu metrelerce öteden alıyorum, bu sıcak havada bu koku midemi
bulandırıyor. Bu vahşilik karşısında elim ayağım buz kesiyor, bayılacak gibi
oluyorum.
Bir yıkık duvarın ardına siniyorum son çare. “Ne yapacağım?”
diyorum kendi kendime. “Ben bu herifi yenemem: Ben zayıfım, ben güçsüzüm, ben
yapayalnızım.”
Korku beni eteklerimden çekiyor. Kendimden,
yapabileceklerimden korkuyorum. Böylesine vahşi bir güç nasıl durdurulur? Bu,
sanki freni patlamış bir kamyon gibi yokuş aşağı iniyor. Düşen bir göktaşı
gibi, kalbi kırılmış aşık gibi, yuvarlanan kaya gibi: Durdurulamaz.
Tabi bir başkası tarafından. Halbuki, düşünüyorum, kendisi
tarafından durdurulabilir. Göktaşı yok olur, aşık akıllanır, kaya köşelenir.
Sonunda hepsi süreçlerini durdurmanın ve başka bir sürece girmenin yolunu
bulur. Ama işte bunu kendi kendilerine yaparlar. Ben de, kendi kendimi
durdurmak ve işte bu vahşi gücü durdurmak için bu arenadayım:
O’nu durdurabilecek tek kişi benim çünkü ben O’yum.
Nasıl bu hale geldiğimi düşünüyorum. Her şey dünyaya sırt
çevirmemle başlamıştı. Deprem, her şeyimizi yıkıp götürmüştü de benim
ellerimden hiçbir şey gelmemişti. Zavallı anamla babam ölmüş, ablam kötürüm
kalmıştı. Bir vakit sonra da zavallı kızcağız bu atalete dayanamayıp asmıştı
kendisini. Kimseden yardım alamayan bense kızgın demirin tadına bakmıştım.
Çalışmış, kinle çalışmış, nefretle işlemiştim. Aldığım nefes öfke, verdiğim
nefes intikam olmuştu.
Sonra kendi işimi kurdum. Uyku halim son bulmuş gibiydi
çünkü ne yapacağımı biliyordum. Kızgınlıkla gelişiyor, acıyla yoğruluyordum.
Beni durdurmak isteyen dostlarıma birer birer sırtımı döndüm, uzattıkları
yardım ellerine tiksintiyle baktım. Ben, acınacak bir şey değildim! Yardım
ellerine ihtiyacım yoktu, kimseye ihtiyacım yoktu. O elleri ittirdim, o
arkadaşlıkları bitirdim. Bir vakit beni durdurmaları için ellerine verdiğim
kozların hepsini ellerinden aldım.
Duygularımı en derin yerlere gömdüm, aşklarımdan vazgeçtim.
Dünyanın beni alakadar etmeyen her şeyini terk ettim. Beni durduran güdülerimin
hepsini kırbaçlayarak terbiye ettim. İçimdeki sevgiyi, umudu, neşeyi ve
mutluluğu zayıflattım.
Onunla baş edebilirim. Çünkü ben zayıfım, ben güçsüzüm ve
ben yapayalnızım. O da zayıf, o da güçsüz ve o da yapayalnız. O’nu anlıyorum,
neden her şeyden vazgeçtiğini ve bu dünyaya sırt döndüğünü anlıyorum. Ama ben
de dünyaya sırt dönmek üzere olan bir adam değil miyim? Daha kendimi ikna
edemezken O’nu nasıl ikna edeceğim?
Dünyayı kahraman olmaya değer kılan ne var? İnsanoğlu bu
dünyaya acıdan başka hiçbir şey getirmedi. Yaptıkları ancak kıyım, yıkım,
savaş. En büyük silahları hep onlar icat etti. İşte Nietzsche apaçık ortaya
koydu bunu. Ama zavallı o da yüzüne tüküreceği merhamet duygusuyla yanıp
tutuşarak öldü bir atın boynuna sarılır halde. Bu insanlığın ne bir amacı var
artık ne bir iyi yanı. Doğaya aykırı, yabancı, bambaşka bir oluşum. Dünyayı
saran bir virüs…
Sanat, edebiyat, teknoloji? Bunlar nasıl bu kıyımla boy
ölçüşsünler? İnsanlığın iyilik adına yaptıkları bir araya toplansa şu vahşetin
karşısında ne kadar dayanabilir? Hayır, hayır. İkisi katiyen karşılaştırılamaz.
İnsanın kötülüğünü iyiliğini bir sinek gibi ezecek, pestilini çıkaracaktır. Bu
sistemler, bu köle olmamız için bizi fabrikasyon modelde yetiştiren sistemler,
akan paralarda çarklarını döndüren bu kahrolasıca sistemler. Bizi köleleştiren
okullar, icatlar, zevkler…
İyi de neden? Neden bu haldeler? Onlara yol gösterenler
hiçbir zaman olmadı mı? Hiç mi akıllarını başlarına devşirip iyi insanları dinleme
zahmetine girmediler? Usulca barışmak, ekmeğini bölüşüp gülüşmek varken niçin
birbirlerinin ellerine vurup ekmeklerini aldılar?
Kanasusamış halime bakıyorum duvarın çatlakları arasından.
O’nu bu hale getiren süreci düşünüyorum. Kaybediyor, zayıflıyor, gömüyor,
korkuyor, yapayalnız kalıyor. İnsanoğlunu kanasusamış yapan da hep bu korku
değil mi? O ekmekleri alacaklar çünkü kendi ekmeklerinin alınmasından
korkuyorlar. O adamı öldürecekler çünkü ölmekten korkuyorlar. O ülkeyi bomba
atarak yenecekler çünkü kaybetmekten korkuyorlar. İnsanı kanasusamış yapan tek
şey, kanasusamışlara karşı duyduğu korku. Çünkü O’nu yenmemim tek yolu…
O’na dönüşmeyeceğim. Sistemin, beni O’na dönüştürmesine izin
vermeyeceğim. Sistem, yalnızca canavarlaşarak canavarı yok edeceğim konusunda
beni manipüle ediyor. Tüm kurduğum o ümitsiz cümleler… Bunlar bizim
cümlelerimiz değiller. Bunlar hiçbir şekilde hata ettiklerinin farkında olmayan,
sadece çok güvendikleri sistemi bize aktaran ailelerimizin cümleleri. Çünkü biz
umutsuz ne öğrendiysek onlardan öğrendik. Bize, O’nu yenemeyeceğimizi
öğretenler de onlardı.
O’nu, kendimiz kalarak yenebiliriz.
Duvarın ardından çıkıyorum, kanasusamış halime yürüyorum.
“Yaşamayı hak ediyorsun.” diyorum kollarımı kocaman açarak. “Yaşamayı hak
ediyorsun çünkü sen yaşadıkça ben hatamı göreceğim. Sen yaşadıkça ben, sana
dönüşmek mecburiyetinde olmadığımı hatırlayacağım. Sen yaşadıkça ben, bana
dayatılan bu sistemi kabul etmek mecburiyetinde olmadığımı anlayacağım.”
Karanlıklarda yürüyeceğim, aydınlıklar için. Ellerimde
fenerler, ellerimde baltalar. Baltamla kimseciklere zarar vermeyeceğim. Bu,
baltasının keskinliğini bilen ve buna dikkat ederek hareket eden bir adamın
öyküsüdür. Kanasusamışlığını bilen ama tuzağına düşmeyen…
Yorumlar
Yorum Gönder