Mektup 78: Toplum Kaynaklı Yazarlık Fobileri

Duygular temelde basitçe iki grupturlar: Birincil duygular doğamızda halihazırda bulunan ve ortaya çıkmak için bir başkasına muhtaç olmayan duygulardır. Sevinç, öfke, üzüntü gibi duygulardır bunlar. İkincil duygularsa onlardan farklı olarak öğrenilmiş, bu doğanın içine sonradan katılmış olanlardır. Ortaya çıkmak için biz olmayan bir başka kişiye muhtaçtırlar.
Örneğin aşk, kıskançlık, utanma...

Tabi bu grupların sınırlarını tastamam çizmek görüldüğü üzere bayağı zor. Hangi duygunun doğuştan bulunduğunu ve hangisinin sonradan toplumca bize öğretildiğini anlamak pek mümkün görünmüyor. Bu gruplamadan ziyade duyguların oluşumu ve dışavurumu konusunda ciddi bireysel farklılıklar vardır ve bu farklar duyguları sınıflandırmayı daha da zorlaştırırlar.

Peki tüm bunları niçin söylüyorum? Böyle bir giriş yaptım diye duygu teorilerinden bahsedileceğim sanılmasın. Kafamda planladığım çok daha başka, bambaşka yazılar vardı. Temaları hakkında düşünüyordum. Cinsellik, erotizm, vahşet, savaş, anormalite, toplum dışılık, vigilante... Her temayı yazamayacağımı fark ettiğimde kendime şu soruyu sorarken buldum kendimi: "Neden?"

Bu temalar hakkında yazmak arzum varsa ve halihazırda da yazdığım bazı örnekler bulunuyorsa niçin onları burada yayımlayamıyorum? Halbuki en yakın arkadaşlarımdan biri bıyık altından gülerek "Toplum için yazmıyorsun demek..." dediğinde "Yazmıyorum tabii, toplum kimmiş?" diyordum kaypak kaypak. Meğersem toplum umrumdaymış, umrumdaymış çünkü bende de yazının ta en başında giriş yapmak için bahsettiğim o ikinci duygulardan bulunuyormuş.

Bir ürün topluluğu ortaya koymak bazı engellemeleri beraberinde ister istemez getiriyor. En başta bu ürünler topluluğu bir çizgi ve çerçeve oluşturuyor. Düzenli bilim videoları çeken bir Youtube kanalında bir gün aniden makyaj videosu görmeyi ummazsınız değil mi? İşte ürünlerin oluşturduğu çerçeve, dışına çıkılması şartlara bağlı olan ve insanı belli bir yolda ilerlemeye zorlayan bir alan sunuyor. Eh, blogta halihazırda yetmiş küsür yazı bulunduğu için ben de bu çerçeve problemine aktif olarak maruz kalıyorum. Bugün çıkıp aniden erotizm ve vahşetten bahsetsem, şu ana kadar yazdığım şiir ve denemelerin mahiyeti tek celsede sorgulanabilir hale gelirdi. Tek düş kırıklığı, onlarca ürünü bir çöp yığını haline getirirdi.

İkinci engelleme ise ikinci duyguların sebep olduğu toplumsal kaygılar. Blogu ne kadar az kişi okursa okusun, dilerse hiç kimse okumasın mühim değil, burası bir internet ayak izi oluşturuyor. Gelecekte bir şekilde olur da keşfedilirse bu, Kimliği tahmin edilebilen bu genç beyefendi için "Aa öyle yazılar mı yazıyormuş, ne ayıp!" hayıflanmalarıyla karşı karşıya olması demek. İşin tuhaf yanı bu ayıplanmalar değil, benim onları önemsiyor olmam.

Biraz mantıklı düşünüyorum da aslında çok da önemsememem gerekiyor. O kaypak kaypak söylediğim cümlenin hala arkasındayım. Toplum için yazmıyorum ve sanatın toplum gelişene kadar toplum için olduğunu savunsam da aslen gelişmiş bir toplumda sanat için olduğunu savunuyorum. Edebiyatın, etik ve ahlaki yönleri olduğunu düşünsem bile bunu bir öğretmen ve ahlak elçisi edasıyla yapmaması gerektiğini düşünüyorum. Bizler ancak kendi düşüncelerimizi ortaya saçarak insanlara bakış açıları sunacak kadar ahlaki olabiliriz. Doğruyu ve yanlışı ayırmak, etkilenmek ve etkilenmemek okuyucunun elinde bulunan şeylerdir. Okuyucu, hiçbir etkisi olmayan bir put ya da berjer koltuk değildir; çevresini ve kendisini değişip dönüştürebilen etki sahibi aktif bir varlıktır.

Fakat tüm bunları zikretsem bile hala o yazıları yazabileceğimi zannetmiyorum. Bu öğrenilmiş duygular, bizi öylesine kuşatıyor ki onları görmezden gelerek hareket etmek hele ki şu yaşımızda sanki artık mümkün değil. Yine de bu konuda elimden geleni yapacağım. Belki daha anonim bir blog açar, belki yazacaklarımı daha naif şeylere dönüştürürüm. Ancak buradan çıkardığım bir ders bulunuyor: İnsan, özgürlüğü uğruna bazı duygularından feragat etmeli. Özellikle de sonradan öğrendiklerinden, doğasına aykırı olanlardan...

Yorumlar

Popüler Yayınlar