Mektup 79: Eski Eserleri Okumak
Şu aralar yeniden kendimi kitaplara gömdüm, paralel
okumalara başladım. Okuduğum kitaplardan birisi de Farabi’nin o meşhur
eseriydi: “Mabâdi Arâ Ahl al-Madina al-Fadıla”. Bu isim uzun ve tuhaf
görünüyor olabilir ancak çoğumuz onu “El-Medinetü’l Fâzıla”, tam
Türkçesi ile “Erdemli Şehir” yahut “İdeal Devlet” olarak
biliyoruz. Kitabı, çok iyi hatırlıyorum, gerçekten büyük bir istekle sipariş
etmiş ve kargonun gelmesini heyecanla beklemiştim. Gelince de sayfalarını
koklamış, özenle karıştırmış, beğenmiş, okunacağı güne dek rafa kaldırmıştım.
Fakat işte şimdi o gün geldi ve ben tuhaf şekilde bu muazzam
eserin yarısına gelmiş olmama rağmen büyük bir hayal kırıklığı duyuyorum. Bu hayal
kırıklığı ne Farabi’nin kendisiyle ne de eseriyle ilgili. Bu hayal kırıklığı
tam olarak zamanın kendisine karşı bir isyan ve dilin dönemsel evrimine bir
sitem olarak ortaya çıktı. Çıktı çünkü bu okuma süreci, eski eserleri okumak
hakkındaki düşüncelerimin kökten değişmesine sebep oldu.
Önceden olsa “ars longa vita brevis” derdim, her şeyi
okumak ve en temellerinden öğrenmek isterdim. Ki bilirsiniz bir sanatı yahut
ilmi en temelinden öğrenmek eski eserleri okumakla başlar, özellikle de Antik
Yunan’dan, İslam’ın Altın Çağı’ndan ve Batı’nın yükselişinden kalma eski
eserleri. Bu kategorilerden çok fazla okumamış olmamla birlikte işte şimdi
gelecekte de çok fazlalarını okuyacağımı zannetmiyorum.
Tabi bu kanıyı da tek bir eserde vücuda getirmedim. Örneğin
psikolojinin temelleri için İbn-i Sina’dan Kitabü’ş Şifa’yı ve
sosyolojinin temelleri için İbn-i Haldun’dan Mukaddime’yi okumak da
vardı aklımda. Bu eski eserlerin özetlerini taradım elbet ve memnun da kaldım
fakat ayrıntıları göz ardı ederek şimdi hata yaptığımı anlıyorum. Ve bunun öyle
tek bir sebebi de yok.
İlkin, kitapların dili hakkında. Bu kitaplar yazıldıkları
dönem itibariyle çok farklı bir dil kullanıyorlar. Elbette onları orijinal
dilleriyle değil de çevirileriyle okuyoruz ancak sorulması gerekilen tonla soru
var: Bu çeviriler kim tarafından yapılmış? İyi yapılmış mı? Çeviriler ne kadar
sürmüş? Çeviri için hangi kaynaklardan yararlanılmış? Bu gibi soruları devam
ettirebiliriz ancak ne demek istediğimi anlatabildiğimi zannediyorum.
Misal Farabi’nin söz konusu eserinde en iyi yayınlardan
birinin en iyi çevirisini okudum. Fakat buna rağmen, evet teknik olarak bu bir
itiraf, büyük bir kısmını anlayamadım. Tabii ki de farkındayım böyle bir eseri
okumak için bir ön bilgiye sahip olunması gerektiğinin. Ancak ben kendi sahip
olduğum halktan çok, aydından az, kıt bilgimle bile bu eseri okuyamadıysam bu
insanlar nasıl okuyacak?
Ki bu bizlerin kelime haznesi yahut çevirinin azizliğiyle de
ilgili değil. Bu bir nebze Türkçenin kendi topuğuna sıkmasıdır. Çeviren, büyük
bir memnuniyetle işe girişiyor ancak bazı ifadeleri tam olarak Türkçeye
çevirmek demek alt anlamlarını ortadan kaldırmak ve sürekli aynı kökenden doğan
kelimeleri kullanmak demek. Örneğin “akıl” kökenli kelimeler diğer dillerde bin
bir çeşit söylenirken Türkçeye “akıllı, akılsal, aklı faal” diye üç benzer
biçimde çevrilince, yine itiraf etmeli ki, insanda okuma şevki kalmıyor. Zira
bunların birbirinden farkını anlamak ve tüm metin boyunca bu farkı koruyarak
takip etmek de müthiş bilişsel yük istiyor.
İkincisi, eserlerin tamamen içeriği ile ilgili. Misal
psikoloji ve sosyoloji için yukarıda saydığım eserler için de benzerleri
geçerli olmasına rağmen bu söz konusu eserde bu içerikle ilgili sıkıntıyı çok
daha güçlü şekilde yaşadım. Farabi, eseri bir siyasetname tarzında “erdemli
şehri tanımlamak ve yöneticisi hakkında bilgi vermek” için yazmış. Ancak eserin
ilk yarısını bu siyasi tavsiyeleri gerekçelendireceği soyut ve tanrısal
meselelere ayırmış. Kitabı tam olarak konusu için okumaya başlayıp yarısına gelince
halen soyut cümlelerle karşılaşmak, insanı müthiş bir hayal kırıklığına
uğratıyor.
Farabi’nin buradaki çabası oldukça anlaşılır. O dönemin
insanları kendi diğer eserlerine atıf yapmadan, yazdıkları son eser içerisinde
düşüncelerini yüzlerce kez tekrar ederek ve okuyucularında manevi ve akılcı bir
altyapı oluşturarak eserlerine giriş yapıyor. Örneğin Farabi’nin bu eserde ilk
bölümlerin tamamını Allah’ı ve onun zatını anlatmak için yazdığını görüyoruz. O
dönem için mantıklı olanı yapıyor: Allah’ın zatından, varlığının taşmasından ve
evrenin oluşumundan bahsediyor. Adım adım yaradılmışlara, insanlara ve nihayet
o insanların yönetilmesi meselesine geliyor.
Dönemine göre muazzam bir üslup ve gereklilik ile böyle
yapması anlaşılır olsa da günümüzde aynı eserin bütününü kaynak olarak ana
meselede kullanmak bir noktada basit okuyucu için zorlayıcı ve sıkıcı oluyor.
Zira “erdemli şehir” hakkındaki bilgiyi almak için hiçbir modern okuyucu bu
zorlanacağı bölümlerle vakit kaybetmez, hele ki bu hap bilgi çağında.
Son olarak üçüncüsü, eserin elbette ki dönemsel bilgi ile
yazılmış olması ve günümüz kaynakları arasına girmesine engel olan bariz bilgi
hataları. Bundan uzunca bahsetmeye bile gerek olmasa da basit bir örnek vermek
yerinde olacaktır: Farabi, ilk oluşan ve bedeni yöneten amir organın “kalp”
olduğunu düşünüyor. Eser boyunca verdiği teolojik, biyolojik, evrimsel
bilgilerin hata payları dediğim gibi günümüze kaynak olarak kullanılmasına
engel teşkil ediyor. Bu farkındalıkla okunmadığı takdirde eser, bilgi hataları sebebiyle
modern okuyucuda bilgi kirliliğine ve kafa karışıklığına sebep olacaktır.
Eleştirilerim bu yönde fakat bu cümlelerden anlaşılmasın ki
eski eserleri okumak vakit kaybıdır ve bu dünya hayatı yahut ilmin temelini
öğrenmek için gereksizdir. Katiyen! Aksine bu eleştiriler, bu eski eserlerin
çok daha verimli okunması için getirilmiş eleştirilerdir. Aydının yapması
gereken hata payı olan, üslubu ağır, tarihe karışmış kadim eseri çöpe atmak
değildir! Aksine eserin eksik yönlerinin farkında olarak onu okumalı, böylece
ilmin gelişimini incelikle takip etmelidir. Başlangıçta nasıl basit hatalara
düşüldüğünü görmeli, dersler çıkarmalı; ilgili bölümlere daha çok odaklanmalı
ve zamandan tasarruf etmelidir. Çünkü bu eserlerde akıl sahipleri için
çıkarılacak dersler vardır.
*Farabi’nin Allah’tan ve onun zatından bahsettiği
başlangıç bölümleri (ki orijinal metinde burada zikredilen isim Allah mıdır,
bunu bilemiyorum) çeviride “İlk Var Olan” diye yer almıştır (Ki orijinal
metinde de bu isimle anılmış olması yüksek ihtimaldir).
**Kaynak aldığım İdeal Devlet, Türkiye İş Bankası Kültür
Yayınları’ndan Ahmet Arslan’ın çevirisidir.
Yorumlar
Yorum Gönder