Mektup 81: Cemiyetin Hissettirdikleri yahut Hepsine Ne Fena!
Daha önce yazarlık hakkındaki toplumsal kaygılarımdan
bahsetmiştim. Fakat bu yazıyı kaleme aldığım şu saniye aklıma bundan daha
fazlası geldi. Arada bir aynaya, çocukluk fotoğraflarıma bakarım ve daima
kendime sorarım: Sana ne oldu? Kendine ne yaptın böyle? Eskiden şen şakrak, ne
idüğü belirsiz, milleti dinlemez, lafı yapıştıran bir çocuktum. Naziktim,
ahlaklıydım elbet fakat yaramaz olmasam da dilim sivriydi. Kimseye acımaz,
hakikat gördüğümü kellem pahasına söylerdim. İlkokulda ortaokulda aynı sebeple
pek çok hocamla atışmışlığım bile vardı.
Lafını esirgemeyen bu haşarı çocuktan nasıl oldu da
toplumsal kaygıları olan, bu aptal sürüsünden korkan bir adam haline geldim?
İçimdeki acımasız aydın söylüyor bunları. Yoksa ben de sizler gibi farkındayım
o insanların hepsinin aptal sürüsü olmadığının. Bazıları koyun, bazıları kurt,
bazıları çoban. Fakat pek çoğu çobanı dinlemeyen, kurda aldanan koyunlardır.
Şimdi yine kendi halimi düşünüyorum. Beni herhalde ben bu
hale getirdim. Çünkü toplum pek çok koyundan, pek az kurttan ve çok daha az
akıllı çobandan oluşur. Benim büyüdüğüm toplumda da durum bundan pek farksız
değildi. Çünkü insanlar bir şeylere öfkeli, çünkü insanlar yeteri kadar acı
çekmediler, çünkü insanlar belirsizliğe tahammül ediyor ve sineye çekiyordu. En
kötüsü de koyunlar koyun doğururdu, kurtlar kurt, çobanlar çoban. Ne var ki
koyunlar çiftleşip artmaya pek gönüllüyken çobanların bu taraflarda pek de işi
yoktu.
Sürü benzetmesini bir kenara atalım. Söylediklerim herhalde
kafalarda canlanıyor, bazılarının hak vermesiyle süsleniyor kimisinin öfkesiyle
karşılaşıyordur. Anlarım, kimse cemiyetten olduğunu söylemek istemez. Sonuçta
hepimiz biriz, eşsiziz, üniğiz. Ben bile sırf şurada seksen küsür yazmışım diye
çakmadan bir filozof, bir aydın kesilmiş kendi kendime böbürleniyorum.
Ne kadar aptalız ve ne kadar aptalım. Hazin ama gülünesi bir durum bu.
Orada kızgın, bizi kendisine benzetmeye çabalayan bir
cemiyet var. Bu cemiyet küçükken sürüden ayrılmak istedi ve ayrılamadı yahut
anası babası öylesine övdü ki sürüyü ayrılmak istemedi. Ben de böyle
büyütüldüm, ben de sürümü sevdim, ben de onu korumak ve yaşatmak istedim. Halen
istiyorum ancak bunu sürüden çıkmadan yapmanın yok mudur bir yolu? Çünkü bu
cemiyeti yaşatmak için savaştıkça biz, bu cemiyet itiyor dışarıya bizi. Gül
uzatıyoruz ve bağırıyorlar öfkeyle: “Dikenleri batıyor, elimizi kanatıyor!” Ah
zavallı halkım, hakikat bu. Elbet can yakar, elbet kanatır.
Ben cemiyetimi seviyorum ancak cemiyet kendisini sevmiyor
hatta deyim yerindeyse onu yok etmek istiyor. Niçin cemiyet atıl kalsın, niçin
cemiyet unutulsun? Bizler cemiyeti kurtarmak niyetindeyiz ancak cemiyetten
çıkmadan özgür ve aydın olmanın yok mudur bir yolu?
İşte onlara olan sevgimden, söylediklerini sineye çekmekten
ben de ihanet ettim o küçük çocuğa. Ağzıma geleni söylemedim, kendimi sıktım,
arzularımı bastırdım. Bastırmak ne büyük hata! İnsan psikoloji bilse bile fark
edemiyor bastırdıklarını, bulamıyor kendi kendine. Muhakkak bir dış gücün ona
ayna tutmasına muhtaç oluyor. Herhalde benim aynam dostlarımdı.
Yazmak istediğim, yapmak istediğim daha çok şey olduğunu
hatırladım bu yüzden. Ve utanmıyorum artık yapmak istediklerimden. Tabi elbet
halen utanan, çekinen, sıkkın bir yanım var. Ancak bununla nasıl vakit kaybeder
insan! Şu geçmiş günlerdeki, henüz cemiyetin üzmediği haşarı çocuk şimdi
oralardan bir yerlerden bana sesleniyor. Çünkü sistemi görüyorum. Babalarımıza
koşarak resimlerimizi gösterip umutsuz cevaplar alan, anneleri tarafından el
bebek gül bebek yetiştirilen, en büyük hayalini söyleyince öğretmeni sınıfla
kahkahalar atan yaralı nesiliz biz. Elbette sosyal medyada tembellik edeceğiz,
elbette oyunlara kitaplara alkole sigaraya vereceğiz kendimizi, elbette odaya
kilitleneceğiz. Laf edip dursunlar ancak biz haklıyız! Çünkü ortaya çıktığımızda
kimse bize arka çıkmadı, kimse bizim fikrimizi sormadı ve hayallerimize
gülündü.
Ben şanslıydım. Annemin el bebek gül bebekliğine kızdım,
babamdan takdir aldım, hayallerimle hiç dalga geçilmedi. Çok iyi hocalara, çok
iyi ebeveynlere denk geldim. Fakat ben utangaçtım, utangaç. Utangaç olduğum
için zaten bu kadar merak ediyordum bu dünyayı. Merakım beni büyütüyordu,
merakım beni yeşertiyordu. Fakat hepimiz gibi ben de bu çocukluk savaşını
kaybediverdim saklamak zorunda olduğum şeyler yüzünden. Korktum, titredim;
kendimi odama “na” bu karanlıkların içine kapattım. Pek sevdiğim cemiyetime
sırtımı döndüm.
Herhalde artık bu bastırmalara ihtiyaç yok. Çünkü kötü bir
ahlaklılık öğretisidir bu bize gösterilen. Güvenin bana, bizim aydın ahlakımız
cemiyetin yararınadır. Kimse, aydınlığa ulaşmak için somurtmak zorunda
değildir. Gülerek, içimizden geldiği gibi davranarak ve dans ederek de aynı
aydınlığa ulaşmak pek âlâ mümkündür. Aydınların da cahiller kadar mutlu olma
hakları vardır.
Şimdi sırtım her yana dönüktür. Herhalde cemiyet muradına
ermiştir.
Yorumlar
Yorum Gönder