Mektup 83: Stajyer Psikolog Olmak

“Seni psikolog yapacak şey okuduklarına kattıkların, üzerine düşündüklerindir.”

Çocukları oldum olası sevmişimdir. Küçükken bile meslek hayalim, herhalde yazmayı çizmeyi de sevdiğimden, edebiyat öğretmeni olmaktı. Ne var ki lisedeki öğretmenlerim bu fikrimi değiştirdiler. Fakat içimdeki çocuk sevgisi dinmek bilmedi. Küçükken annemler çok olgun olduğumu, çocuk gibi davranmadığımı söylerler. Herhalde şimdi kanım, bu küçük çocukları severek kendi ruhunu dengelemeye çalışıyor. Yaşamadığı çocukluğu onlarda görünce mutlu oluyor.

Geçen sene işte yine ben çocuk sevgisiyle kabarıp taşarken bizim bölüm sempozyum konusu olarak seçti bunu. Öyle kalabalıklarda görev almayı sevmesem de izleyici koltuğumda yerimi aldım. Ablamı da peşime taktım çünkü kendisi bir rehabilitasyon merkezinin servisinde hosteslik yapıyor. Çocukları çok seviyor ve işi sebebiyle de tüm gün onlarla iç içe. Hatta işitme engelli çocuklar için işaret dilini bile öğrendi, şimdi onlara çeviriler yapıyor.

Sempozyumda konuşmacı bir hocam “Biz psikologların ilk görev yerleri rehabilitasyon merkezleridir.” minvalinde bir şeyler söylemişti biraz alaycı bir şekilde. Bunu takdir ediyor ancak bir psikoloğun orada çok fazla deneyim sahibi olamayacağını söylüyordu. O zamanlar bunu öylesine yorum olarak karşılamış, aklımın derin bir köşesine atmıştım. Ki ben de ablamı ziyarete gidiyordum bazen; oradaki birkaç çocuğu ve çalışanı tanıyor, orada tanınıyordum. Yani rehabilitasyon merkezinin ortamı hakkında az buçuk bilgi sahibi olduğum söylenebilirdi.

Yaz tatili yaklaştığında tüm sınıfın ağzında bir staj muhabbetidir dönmeye başladı. Cumhurbaşkanlığı stajı diye bir fırsat vardı devletin sunduğu, çoğu arkadaşım ona yazılmak ve orası yardımıyla devlet hastanelerinde stajlarını yapmak istiyordu. Fakat kabul etmeliyim ki ben bunu istemiyordum çünkü ben insanlarla iletişim kurabilmek, gerçek işler yapmak istiyordum; ayak işi yapmak istemiyordum.

Stajımız zorunlu değil gönüllü bir meseleydi. Yalnız üniversite, sigortamızı başlatmak için bize fırsat sunuyor, “Bence fırsat varken yapın.” diyordu. Ve ben aylar öncesinden staj yerimi aramaya başlamış fakat tahmin edileceği üzere tek bir yerde zorlanmadan karar kılmıştım: Biricik ablamın da çalıştığı, hocalarımın sempozyumda bahsettiği rehabilitasyon merkezi.

Kağıtları bir şekilde hallettim, yüz bin yere imzalattım ve hocalarıma teslim ettim. İşte bu teslim süreci sonucunda Ağustos’un on beşinde sigorta girişim yapıldı ve ben yeni iş yerimde staja başladım. İlk günlerde, yanında staj yapacağım kurum psikoloğu izinliydi. Bu benim için daha iyi de oldu, böylece birkaç günü yalnızca bir kenarda oturarak, ortama alışarak, çocukları gözlemleyerek ve onlarla, velileriyle ve öğretmenleriyle tanışarak geçirdim.

Çocuklar, özel eğitim öğretmenleri, rehabilitasyon merkezleri, özel eğitim süreci ve devletin bu meseleye bakış açısı hakkında yeteri kadar bilgi sahibi oldum ve tüm bunları buraya aktarmayı görev bildim. Bu yüzden staj sürecimle ilgili anlatmak istediğim pek çok şey var:

1.       Hizmet Alanlar: Öğrenciler, çocuklar, ergenler ve diğerleri

Rehabilitasyon hizmeti akla getirildiğinde akla ilkin çocuklar gelse de hizmetlerin sunulduğu daha geniş bir grup var. Elbette bu hizmetlerden faydalanan çoğunluk 3-25 yaşları arasında olsa da bebekler ve yetişkinleri de burada görmek mümkün. Erken gelişimsel bozukluk tanısı almış bebekler, uygun hocaların yardımıyla motor ve sosyal becerilerini geliştirmek için orada bulunuyor. Yetişkin grup diyebileceğimiz 25-60 yaşları arasında bulunanlar daha çok mücbir sebeplerden orada bulunuyor. Örneğin inme geçiren bir hasta motor becerilerini geliştirmek için fizyoterapist hizmeti alıyor ancak bu durumla zihinsel olarak başa çıkabilmek için de danışmana başvurabiliyor.

7-20 yaşları arasında öğrencilerin oluşturduğu çoğunluk bir grup daha var. Bunlar içerisinde gelişimsel bozukluk (otizm spektrum bozukluğu, öğrenme güçlüğü vb.) tanısı almış çocuklar bulunduğu gibi ağır mental retarde vakalar yahut görünürde hiçbir şeyi olmayan ancak derslerinde geri kalmış çocuklar da bulunabiliyor. Özel eğitim öğretmenleri, böyle geniş bir aralıkta yer alan çocuklara hizmet veriyor ve onların şahıslarına özel dersler düzenleyerek yardımcı olmaya çalışıyorlar. Takdir edersiniz ki ağır zihinsel engeli olan bir çocuk ile yalnızca okuma güçlüğü çeken bir çocuğun eğitimi arasında büyük farklar bulunuyor. Tabii bu grupların yanı sıra azınlıkta kalan ancak yine de aynı şekilde hizmetini alan bedensel ve duyusal engelli çocuklar bulunuyor. Benim bulunduğum kurumda cam kemik hastaları ve işitme engelli çocuklar bu gruplarda çoğunluktaydı.

2.       Hizmet Verenler: Özel eğitim öğretmenleri, fizyoterapistler, ergoterapistler, dil ve konuşma terapistleri, psikologlar, psikolojik danışmanlar ve çocuk gelişimciler.

Görüldüğü üzere hizmet verenler de hizmet alanlar gibi düşünüldüğünden daha büyük bir grup. İlk akla gelenler genelde özel eğitim öğretmenleri olsa da hizmet alan öğrencilerin çeşitliliği hizmet veren grubunda kendilerini farklı alanlarda geliştirmesine neden oluyor. Bedensel engeli olan danışanlar fizyoterapi yardımı alırken, gündelik hayat becerilerini öğrenmek isteyen hastalar ergoterapistten faydalanabiliyor. Özel eğitim öğretmenleri genel gelişimsel bozukluklar için özelleşmiş dersleri veren çoğunluk grubu oluştursa da onların yanı sıra konuşma bozukluğu olan öğrenciler için dil ve konuşma terapistleri de bulunuyor.

Verilen bu hizmetler (ki genelde “ders” diye tabir ediliyor) aslında yalnızca birer eğitim değil. Teknik olarak danışanları sosyal yaşama hazırlamayı amaçlayan atölyeler. Çünkü yaş gruplarına göre danışanlara öğretilen mekanizmalar da değişiyor. Çok küçük bir çocuk oyun oynayarak yahut boyama yaparak becerilerini geliştirebilirken yaşça daha büyük olan öğrenciler daha karmaşık çalışmalar ve etkinliklerle aynı sonuca ulaşıyor. Bu yüzden hizmet veren grubun alanlarında farklı disiplinleri takip ederek mesleki gelişimini ara vermeksizin sürdürmesi gerekiyor.

3.       Rehabilitasyon Merkezindeki Psikoloğun Görevleri

Psikologlara gelince… Belki meslek yasası olmayışı belki farklı sebeplerden ötürü bu gibi merkezlerde psikologlar sayıca azınlık durumdalar. Kurumlarda genelde bir veya iki psikolog bulunuyor ve özel eğitim öğretmenleri tarzında bir yaklaşımla danışan kabul ediyorlar. Özellikle çocukla yapılan çalışmalar, psikoloğun kendi ekolü dışında, genelde kurum tarafından Anna Freud’un tutumu gibi pedagojik olarak düzenleniyor. Psikolog eğer danışanı bir çocuksa diğer öğretmenlerden farklı olarak şunları yapabiliyor: Çocuğun diğer öğretmenler tarafından çözülemeyecek sıkıntılarına yardım ediyor, konuşabilecek çocuklarla görüşme yürütüyor, düzenli aralıklarla ebeveyn görüşmeleri yapıyor.

Sanırsam buradaki en mühim görev bu sonuncusu. Çünkü kurum ve ebeveyn arasındaki iletişimin sağlanması kurum psikoloğu yoksa çocuktan beklenmesi gerekilen bir şey oluyor. Fakat bu durumdaki hizmet alan çocuk bırakın bu görevi yerine getirmeyi, kendisi bile bu derslere uyum sağlamak konusunda zorluk çekiyor. Öğretmenler ders sonunda kuruma gelen velilere bilgilendirme yapsa da yine de ebeveynler çocukların genel gelişimi hakkında dönüt alamıyor. Psikolog işte temelde bu açığı kapatıyor ve haftada bir bazı ebeveynlerle görüşme gerçekleştiriyor.

Yine bir diğer mühim görevleri ise çocuğun kuruma ilk gelişinde tanışma görüşmesini yaparak ortama ayak uydurmasını sağlamak. Şahit olduğum tablo pedagojik tutuma sahip olmadığım için bana da tuhaf gelmişti ancak gördüm ki aslında öğrenciler en çok kurum psikoloğuna yakın hissediyor, en çok onu görmek istiyor ve onun sayesinde kuruma yakınlık duyuyor. Psikologların yalnız kendi mesleklerini icra etmek değil, kurumdaki bu sıcak yuva ortamını sağlamak gibi elzem bir görevleri de ister istemez ortaya çıkıyor.

Bazı psikologlar buna karşı çıkabilir. Sonuçta bir psikoloğun görevi eğitmek değildir. Danışanlar ile yakın olmak, bir açıdan etik kanunun da ihlali sayılır. Ancak danışan grubu burada çocukların, hele ki özel eğitime ve ilgiye muhtaç olan çocukların oluşturduğunu unutmamak gerekir. Nasıl ki bir terapi sürecinde psikanalitik ekolde terapist danışanın çocukluk anılarını ortaya çıkarıp bir “yeni ebeveyn” konumuna yükseliyorsa burada da bu çocuklar için bir nevi bunu yapar. Çocuklara, tıpkı annelerine dönüp onay bekleyen bebeklere yapıldığı gibi, onay ve sıcaklık duyguları vererek onların bu yeni dünyaya açılmalarını sağlar.

4.       Duygusal Bağın Genelleştirilmesi ve Önemi

Yukarıdaki kısımda psikoloğun bu görevinden bahsetsem de bunu biraz daha açmamız gerekiyor. Şunu unutmamak gerekir ki aslında gelişimsel bozuklukların temelinde çocuğun duygusal ve sosyal ihmali yatıyor olabilir. Bu çocukların pek çoğu, elbette eğitimlerini alacak matematik ve okuma yapacaktır ancak, bunun yanı sıra temelde bu kurumda sıcaklığı ve duygusal bağ kurmayı öğrenecektir. Çünkü tüm bu diğer kazanımlar duygusal bağın eksikliğinde tam manasıyla öğretilemez.

Kendi deneyimimle de bunu görmüş oldum. Orada karşılıksız sevgi bekleyen pek çok çocuk vardı. Kavgacı, hırçın tavırların arkasında bir sarılmanın nasıl tedavi edici bir kür olabileceğine şahit oldum. Baş okşamanın, sırt sıvazlamanın, gülüşmenin sosyal iletişim olduğunu zannederdim. Fakat bu sosyalliğin insan türü hele ki onun yavrusu olan çocuk için gelişimsel açıdan elzem bir ihtiyaç olduğunu şimdi gerçekten anladım. Bu küçük sosyal ve duygusal davranışlar eksik kaldı mı bir çocuk dilerse dünyanın en zeki ve başarılı çocuğu olsun yine bir açıdan eksik kalıyor.

Bir rehabilitasyon merkezi çocuk danışan için temelde bu oyunsal ortamı sunar. Öğretmenler, psikologlar, hatta kurumda çalışan yemekçi ve temizlikçiler dahi çocuğun birer yedek ebeveyni konumundadır. Çünkü çocuk koridorda oyun oynayıp düşer, dizini yaralar yahut arkadaşıyla kavga ederse ilk yapacağı şey ağlamak olmaz; gözleriyle ebeveyn yerine koyacağı bir yetişkin aramak olur. İşte ikinci evi ve okulu olan rehabilitasyon merkezi, çocuğun bunu yapmak için uygun gördüğü; yani bu sıcak ebeveynlik duygusunu beklediği bir ortamdır. Bizler eğer bunu çocuk için sağlayamazsak, yalnız eğitim veren ve fabrikasyon çalışanlar üreten diğer okullardan farkımız kalmaz.

5.       Devletin Rehabilitasyon Politikaları

Devletin politikaları hakkında genişçe okuma yapmadığımı belirtmeliyim. Sosyal Politikalar dersi almış olsam da Türkiye’de durumun nasıl olduğunu dersim sırasında içerik olarak paylaşmadılar. Bu politikaları iki şekilde anlatmam mümkün. İlki, kurumdaki insanlardan aldığım geri dönütler. Bu geri dönütlerden anladığım kadarıyla milenyum sonrası hükümet ve anayasa değişiklikleri rehabilitasyona ihtiyaç duyan gruplarda olumlu sonuçlar yaratmış. Rehabilitasyon merkezlerinin sayısı son yirmi yılda hızla artmış, hastalar için uzun ve meşakkatli rapor alma işlemleri kolaylaştırılmış, bu rapor ve resmi belgelerde geçen ayrımcı dil ile ilgili çalışmalar bile yapılmış. Örneğin “engelli” kelimesi bu raporlardan itinayla kaldırılmış.

İkincisi, eriştiğim belge ve kaynaklar sayesinde okuduklarım oldu. Özellikle stajımın ilk haftasını rehabilitasyon merkezlerinin kullandığı eğitim şablonlarını inceleyerek geçirdim. Sonuçta dediğim gibi burada çok geniş bir aralıkta öğrenciler bulunuyordu ve eğitimleri birbirinden oldukça farklıydı. O halde bu eğitimlerin farklı kazanımları ve farklı resmi düzenlemeleri olması gerekiyordu. Eğitimin kaç saat sürdüğü, nasıl bir ortamda yapıldığına dair resmi tanımlara da ihtiyaç duyuluyordu. En son 2018’de düzenlenmiş olan Talim Terbiye Kurulu Başkanlığı’nın Destek Eğitim Programlarına ulaştım böylece. Ve bu eğitim programlarından okuduğum kadarıyla bu eğitim süreci yeterli şekilde açıklanmıştı. Kazanımlar öğrencilerin engel durumlarına göre farklı farklı listelenmiş, teorik ve pratik saatleri belirtilmiş, hatta bazı durumlarda dikkat edilmesi gerekilenler bile not düşülmüştü. Ve bu programların en iyi yanı da büyük oranda esnek olmaları, öğretmene ve öğrenciye rahat hareket etme imkanı sağlamalarıydı. Fakat gözüme çarpan en büyük eksik bu programların çok az sayıda engelli grup için hazırlanması oldu. Çünkü resmi olarak destek alan öğrenciler birkaç gruba ayrılmıştı: İşitme engelliler, görme engelliler, zihinsel engelliler, bedensel engelliler, dil bozukluğu olanlar, gelişimsel bozukluğu olanlar vb. Halbuki en basitinden gelişimsel bozukluk olan otizm spektrumunda bile iki uçta yer alan öğrenciler birbirlerinden çok farklı olabiliyor. Tüm spektrumu, başka gelişimsel bozuklukları da aynı gruba dahil edecek şekilde tek bir eğitim programıyla yönetmek ne kadar doğru? Öğretmene sağlanan program eksikliği, bu yükü tamamen öğretmene vermek olmaz mı? Öğretmenlerin bu konuda resmi bir programı takip etmeleri gerekir. Devletin, bu programları çok daha fazla sayıda daha iyi sınıflama ile öğretmenlere sunması elzemdir.

Ki devletin şu an kullandığı isimlendirme ve sınıflandırma da görüldüğü üzere günümüz hastalık sınıflandırma kitapçıklarına (DSM, ICD vb.) uygun değildir. Öğrencilerin RAM raporlarında görülmektedir ki Türk tıbbı, psikoloji biliminin işi olan ruhsal bozuklukları psikiyatristlerin eline vermekte ve böylece meseleyi tamamen biyolojik boyuta indirgeme hatasına düşmektedir. Halbuki daha önceden de söylediğimiz gibi bu çocukların gelişiminin ruhsal, duygusal ve sosyal boyutları bulunmaktadır ve mesele biyolojik boyuttan daha fazlasıdır. Çocukların gerek eğitimleri gerek tedavileri sürecinde kullanacağı ve engellilik durumlarını ispat eden devlet raporlarında kullandığı sınıflama dili, günümüz koşullarına göre düzenlenmemiştir ve güncel değildir.

6.       Hizmet Alan Ailelerin Genel Yapısı ve Tutumları

Bu ailelerin özellikleri hakkında geniş ve genellenebilir bir bilgi vermek zor. Çünkü rehabilitasyon merkezinin konumu doğal olarak ondan hizmet alan popülasyonu da seçilmiş bir örneklem haline getiriyor. Örneğin pek çoğunun memleketi, komşuluk ilişkileri, ekonomik halleri ve eğitim durumları bulundukları mahalleye/semte özgü şeyler olabilir. Yine de burada genelleme yapabileceğimiz bazı özellikler göze çarpıyor.

Bunlardan ilki ebeveyn tutumları elbette. Özellikle çocukların ruhsallığının sosyallikten ve travmalardan etkilendiğini düşünürsek ailelerin sosyallik tutumları burada çok etkili oluyor. Misal ağır mental retarde olduğunu düşünebileceğiniz bir çocuk hiç saldırgan olmadan, uysal ve iyimser bir şekilde davranıp sizi şaşırtabiliyor. Eğitimlerini aksatmıyor, diğerlerinden daha hızlı öğreniyor ve tedavisine daha olumlu yanıt veriyor. Böyle bir çocuğun arkasından hiç şaşmaksızın ilgili sosyal ebeveynler ve sıcak bir ev ortamı çıkıyor. Anneye babaya baktığınızda çocuklarına vakit ayıran, onu diğerlerinden hiç ayrıştırmayan insanlar görüyoruz. Baba çocuğuyla oyun oynuyor, anne konuşuyor, “çocuk bunları yapamayacak kadar hasta olsa, söylenenleri anlamasa bile” bunu yapmaya devam ediyor ve sihirli bir şekilde ailelerin bu çabası çocuğun başarmasını sağlıyor.

İkinci bir durum, bazı bedensel ve zihinsel engeller için bu durum geçerli, ileri yaştaki doğum oranları. Bu çocukların pek çoğunun ebeveynleri kırklarından sonra çocuk yapmaya karar veren insanlar. Bu ne kadar eleştirilebilir bilemiyorum ve bir şey söyleyemiyorum. Ancak genetik hasarın yanı sıra çocuk-ebeveyn arasındaki yaş farkının arttıkça iletişimi olumsuz etkilediğini ve zorlaştırdığını gönül rahatlığıyla söyleyebilirim. Meselenin psikolojik bu kısmı dışında konuşamam.

Bunlar dışında ailelerin bazı özellikleri çocuğun eğitim ve tedavisini doğrudan etkileyebiliyor. Bunları şu şekilde sayabiliriz: Aile içi şiddet ve bu şiddetin derecesi, aşı karşıtlığı, gebelik dönemindeki ihmaller, yenidoğanın düzenli kontrollerinin aksatılması, çocuğu terbiye etme şekilleri, ailenin kullandığı gündelik dil, kültür çatısı altında yapılan bazı saldırgan ve hatalı uygulamalar, babanın eksikliği ya da ilgisizliği, kardeşlerden birini daha çok sevme, cinsiyet tutumları (örneğin erkek/kız çocuk istemek), çocuklara karşı yüksek beklentiler, çocuğa genel ilgisizlik, bakımverenin düzensiz varlığı (çalışan anne/babanın çocuğu başka birine emanet etmesi) vb.

7.       Stajyer Psikolog Neler Öğrendi?

Teknik olarak söyleyeceklerim bu kadar. Staj sürecimde hem eğlendim hem de öğrendim diyebilirim. Çocuklarla ilgilenmek insana bir külfet gibi gelmiyor çünkü. Onlarla çalışmak tam tersi kişinin yaralı şifacı tarafını da tamir ediyor. Duygularımı, tutumlarımı, bilgi ve becerimi gözden geçirmeme; kendimi yeniden değerlendirmeme sebep oldu bu staj süreci. Kendim de boş durmadım elbet. Oradan aldığım bazı kitapçıkları okudum, dernek ve vakıfların faaliyetlerini araştırdım, alanla ilgili kitap-makale okumaları yaptım ve ilgili ders notlarımı arşivden çıkarıp tekrar ettim. Yeniden okumalar çocuklarla çalışırken bazı bariz durumları daha rahat görmemi sağladı.

En başta psikolojide pedagojik tutum fikrim değişti. Şimdi daha çok pedagojik-psikolojik tutumların duruma göre birlikte kullanılabileceğini düşünüyorum. Çocuğa bir şeyleri öğretme çabamız olduğu gibi, bizler psikolog olarak en başta onu incelemek ve ruhsallığını çözmekle mükellefiz. Fakat bu katı tutum çocukla aramızda oluşacak o sıcak eğitici bağı engellememeli.

Ayrıca ilk kez bir iş ortamında bulunmuş oldum, bu da benim için tuhaf bir deneyimdi. Yanlarında çalıştığım kurum psikologlarının beni yalnızca stajyer olarak görmeyip meslektaşları saymaları bunda çok etkili oldu. Stajım sürecinde kişilik bozuklukları ve gelişimsel testler konusunda bana kısa eğitimler bile verdiler. Tabi normal staj işi de yaptım, yapmadım değil. Sağa sola koşturup çocukları topladım, çıktılar aldım, kavga edenleri ayırdım, oyun oynadım, hatta bazen ders yaptırdım. Ancak bunları bir psikolog edasıyla yaptım ve onlarla yakınlaşmayı gözlem olarak değerlendirdim. Bana verilen iş yükünü fırsata çevirdim ve çok eğlendim.

8.       Son Notlar

Bu kısımda stajım boyunca gözlemlediğim bazı mühim meseleleri kısaca paylaşacağım. Bunlar metnin içerisinde bahsedemediğim ancak gözlem itibariyle paylaşmayı önemli gördüğüm şeyler:

-Çocuklara kendimi tanıtırken zorluk çekeceğim belliydi. Onlarla yakınlaşmanın bir yolu olarak kurumda halihazırda hosteslik yapan ablamı anlattım ve onun kardeşi olduğunu söyledim. Ablamı sevdikleri için beni “yeni gelen yabancı” olarak yaftalamadılar ve beni de hemen sevdiler, böylece onlarla hızlıca iletişim kurmam kolaylaştı.

-Erkek çocuklarda bir şey ilgimi çekti. Pek çok erkek öğrenci kurum psikoloğundan ziyade benimle iletişim kuruyordu. 3-20 yaşları arasındaki tüm erkek çocuklar, kadın olan kurum psikoloğu yerine kendi cinsiyetlerinden olduğum için onları daha iyi anlayacağımı düşündüler yahut beni bir abileri gördükleri için daha rahat hissettiler. Bu durum, özel eğitimde bir öneri olarak sunulabilir. Çünkü tam tersi kız çocukları ben odadayken karşı cinsten bir yabancı olarak orada bulunduğum için daha çok zorlanma yaşıyordu. Utanıyor, sıkılıyor, bazen cevap vermekte gecikiyorlardı.

-Bazı öğrencilerin tehlike oluşturma ihtimalleri daima bulunuyor. Bunun için ekstra önlem almak gerekiyor. Veya tuttuğu kulağı ya da saçı gerçek anlamda koparmadan bırakmayan, ısıran, vuran, salyasını üzerinize süren, burnu akan pek çok çocukla karşılaşabiliyorsunuz. Eğer bu konularda sakıncanız varsa rehabilitasyon merkezleri sizin için uygun staj yerleri olmayabilir.

-Bazı öğrencilerin ev ortamları sakıncalı ve hukuka aykırı olabiliyor. Aile içi şiddet, cinsel taciz, ihmal ve istismar gibi öykülere rastlanabiliyor. İyi bir psikolog eşliğinde görüşmede yahut çocuğun söylediği şarkılarda, oynadığı oyun ve çizdiği resimlerden ev ortamını analiz etmek mümkün. Bu gibi durumlarda bazen kurum olarak hukuki yollara başvurmak gerekebiliyor.

-Çocuklar ile aramdaki güçlü bağı kurmamı sağlayan bazı küçük ipuçları vardı: Onların sözünü kesmeden hep dinledim, onları bir şey yapmaya zorlamadım, konuşurken onların boyuna eğildim ve gözlerine baktım, izin almadan onlara dokunmadım yahut başlarını okşamadım, eğer yerde oturuyorlarsa onlarla konuşmak için ben de yere oturdum.

-Temas konusunda tuhaf bir gözlemim var. Sosyal çekingenlik yaşayan çocuklarda temastan nefret etme eğilimi gördüm. Bu elbette beklenilir bir şey ancak gözlemin tuhaf yanı bu değil. Tuhaf yanı kurumda yer alan çalışanlar, öğretmenler ya da diğer velilerin bu çocukların tanılarını bilmeden kontrolsüzce ve izin almayarak sevme davranışı sergilemeleri. Bu izinsiz sevme davranışı, bir baş okşama olsa dahi, çocuk tarafından taciz olarak algılanıyor ve çocuğun tedavisinde gerilemeye sebep oluyor yahut onunla iletişim kurmayı gitgide daha da zorlaştırıyor.

-Çocukların bazılarında istemsiz uydurma davranışı gözlemledim. Ayrıca ağır zihinsel engelli çocuklarda halk arasında “deli kuvveti” diye tabir edilen mukavemet gücüne şahit oldum. Yine ortak bir yan olarak hafif öğrenme güçlüğü çeken çocuklarda şaşılık oranının fazla olması ve uzun cümle kurmada başarısızlık gözüme çarptı.

-Bazı çocukların yeteneklerine hayret ettim. Kekeme olup şarkı söyleyenler, okuyamayan ama aşırı güzel resim çizenler, söylenenleri anlayamayan ama nazikçe ince işleri yapabilen çocuklarla tanıştım. Bu durum beni hayretler içerisinde bıraktı.

-Rehabilitasyonlarda engelli çocukların çoğunlukta olduğunu bilsem de basit fobiler, akran zorbalığı, gelecek kaygıları, odaklanma sorunları, uyku problemleri gibi meselelerin de burada çalışıldığını görme fırsatına sahip oldum.

Yorumlar

Popüler Yayınlar