Mektup 88: Akademiye Yanlış Bakış

Üniversitelerin meslek edinme yeri olduğuna dair yaygın bir kanı var. Günümüz Türkiye’sinde durum elbette böyledir ve eğitim politikaları sebebiyle de bu hatalı kanı normalleştirilmektedir. Ancak anlaşılmalıdır ki akademi, mesleklerini ellerine almayı arzulayan gençler için bir kısayol değildir. Akademi, bilimleri devam ettirip geliştirecek bir seçkinler sınıfı oluşturmak için vardır.

Bu kısacık paragrafı eleştiri yağmuruna tutmak mümkün. Elbette yapılacak ilk eleştiri mesleklere başka ne şekilde ulaşılabileceği yönündedir. Sonuçta dilimize yerleşmiş ifade şudur: “Şu bölümde okuyor; şu olacak.” Örneğin “Tıp okuyor, doktor olacak. Psikoloji okuyor, psikolog olacak.” Bu ifade yanlış olmamakla birlikte oldukça kısıtlıdır. Çünkü bu ifadeler halkın aklında mesleği icra eden ve söz konusu bilimlerin uygulamalı alanlarında çalışanlarını canlandırır. Halbuki doktor yahut psikolog, yalnızca klinik alanda iş gören uygulamalı meslek alanları değildir. Bu açıklama, tüm bilimler için genelleştirilebilir. Demek ki alınması gereken ilk akıllıca karar, halkın geneline bilimlerin teorik ve uygulamalı alanlarının farklı olduğunu öğretmektir.

İkinci bir eleştiri, ülkenin eğitim politikasıdır zaten. Her şehirde bir üniversite kurulmasını hedefleyen hükümet, üniversitelerin meslek edinme yuvaları olduğuna dair bir mesajı halka aşılamaktadır. Bünyelerinde iki elin parmaklarını geçmeyen sayıda üniversite barındıran diğer ülkeler buna elbette itiraz olarak gösterilebilir ancak bu itirazdan ziyade kararın yaratacağı olumsuz sonuçları ele almak daha faydalı olacaktır.

Bu olumsuz sonuçlardan en önemlisi, mesleklerin ekonomik işlevlerine odaklanmış bir yapı kurarak meslek popülaritelerinin dengesizleşmesidir. Mesleğin romantik manası, kişinin ömrü hayatı boyunca yapacağı iştir. Tüm gün muhatap olacağı insanları, dostlarını ve yüksek ihtimal eşini seçeceği özel bir gruptur. Eğer meslek denen mefhum bu manasını yitirir ve insanların yalnızca hayatta kalmak için tutunmak zorunda kaldıkları bir işe dönüşürse hayatı cehenneme çevirir. Her sabahın köründe karanlıkta yola çıktığımız, esneyerek ve küfrederek lanet okuduğumuz, geç vakitlerde yorgun argın döndüğümüz ve bu dönüşü “kurtuluş” olarak adlandırdığımız sevimsiz bir şey olur. Çünkü öğrenme psikolojisinde yapılan çalışmalar göstermektedir ki “maaş” denen şey, bir işi bir ay boyunca neşeyle ve arzuyla yerine getirmek için yeterli ve uygun bir tarife ödülü değildir.

Üstelik bu durum, ileri safhalarda meslek yığılmalarına neden olur. Ki meslek yığılmalarını bugün en çok Tıp ve Mühendislik bölümlerinde görebiliyoruz. Bu yığılmalar sonucunda daha çok tercih edilen bölümlerde eğitim nitelik bakımından büyük kayıplara uğrayacak; daha az tercih edilen bölümlerse toplum içindeki saygınlıklarını yitirecek ve zamanla meslek ölümleri yaşanacaktır.

Bunun iyi bir örneği de öğretmenliktir. Büyüklerimizin her fırsatta geçmiş dönemlerdeki eğitimi övdüğünü duyarsınız. Bu açıkçası içi boş bir övgü değildir. Yapılan eleştirilerin haksız tarafları bulunsa da büyük oranda öğretmenlik mesleği eski saygısını yitirmiştir. Çünkü geçmiş zamanlarda üniversiteye gitmek, öğretmenlik okumak zordu ve bu zorluk verilen eğitimde bir “kendiliğinden kalite” yaratıyordu. Öğretmenlere tamah edilir, toplum içinde söylenen “Ben bir öğretmenim.” sözü bir anlam ifade ederdi. Şimdi tabiri caizse öğretmenlerimiz bir sınıf dolusu çocuğun çobanı olarak görülen maaşlı ve kalitesiz elemanlar sürüsü olarak ifade edilebilirler. Ne yazık ki aldıkları niteliksiz eğitim, diğer çoğu meslek grubunda olduğu gibi, bugün onları bu duruma getirmiştir.

Kendiliğinden kaliteye karşın elbette popülerleşen meslek gruplarında da oluşan bir kalite bulunur. Tıp ve mühendislik bölümlerini düşünecek olursak, kendimize sorarız. Niçin bazı üniversitelerde bu bölümler daha çok tercih ediliyor? Niçin bu bölümler zikredilince akıllarda hemen bazı üniversiteler ve şehirler canlanıyor? Demek ki, bu bölümler bu üniversitelerde bir kaliteye sahiptir. Ancak bu kalite, diğer ihtimalde oluşan bir kendiliğinden kalite değildir; rekabetten oluşan ve diğerlerine bağımlı olarak gelişen bir kalitedir. Bu yüzden bu türden bir kalitenin samimiyeti tartışmalıdır.

Tabi lafı buraya kadar getirdikten sonra eleştirilere cevaben bir çözüm önerisi sunmak gerekiyor. Eğitim politikaları üzerine ayrıntılı bir eğitimim olmadığını hatırlatmakla beraber önerim şudur: Tıp ve hukuk eğitimleri üniversite çatılarından çıkartılarak tıpkı sanat okulları ve konservatuarlar gibi özel bir statüye taşınmalı; daha sonra teorik kısımları bulunmayan/ daha az bulunan yahut halk tarafından yalnızca uygulamalı meslek alanları olarak görülen bazı bölümler meslek yüksekokullarına taşınmalıdır. Böylece akademinin kalitesi ve amacı korunmuş olur.

Sonuç olarak dediğim gibi, akademi mesleğe giden bir yol değildir. Çünkü her geçen gün daha fazla ve farklı alanda kendisini geliştiren seçkine ihtiyaç duymaktadır. Bu seçkinleri bir mesleğin kalıbına sokmak hatalıdır. Bugün bu yönde önlem olarak lisans eğitimlerinde öğrencilere farklı alanlardan ders seçimi zorunlu kılınsa ve farklı disiplinlere bakış teşvik edilse bile ne yazık ki bunlar yeterli olmayacaktır. Elbette bu tavsiyelere ek olarak, halka mesleklerin ekonomik maksatlarından fazlası olduğunu hatırlatmalı ve öğrencilerin arzu ettikleri mesleklere ulaşmaları devlet tarafından teşvik edilmelidir. Bugün toplum bilimlerinin, eşit ağırlık bölümlerinin ve sanat dallarının hayatı idame ettirme konusunda güven vermemesinin önüne ancak bu şekilde geçilebilir. Halkı bilinçlendirmek, tıpkı diğer tüm meselelerde olduğu gibi, bu meseleyi de çözmenin mühim bir parçasıdır.

Yorumlar

Popüler Yayınlar