Mektup 98: Ev, Kapı, Anahtar

Bu yazı Death Note’tan Ryuzaki’nin oturuş pozisyonunda yazılmıştır.

Öğrenilecek meseleleri evlere benzetiyorum. Gerek kişisel gerek dersler sebebiyle öğrenmek istediğimiz veya girişip girişmemek arasında kaldığımız tüm meseleler birer ev gibidir. Odaları, bu meselelerin alt konularıdır. Kapıları bu alt odalara veya direkt meselenin kendisine giriş için başlanması gereken konu başlıklarıdır. Kapıların anahtarları ise meseleyi öğrenmeden evvel ihtiyaç olan önkoşullar ve gerekliliklerdir. Bilgi, beceri veya istek gibi.

Aslında bu düşünce ilkin “istek” kavramını bir anahtara benzetmekle başlamıştı. En temel anahtar genelde istemektir. “Kişi istemeden bir meseleye, vazifeye zaten giriş yapamaz.” diye düşünmüştüm. Sonra yaptığımız her şeyi istemediğimizi, istemeden de bazı şeyleri yapabildiğimizi fark ettim. Zorunlu meseleleri dışarıda tutuyorum: Zorunlu meseleler, girmek istemediğimiz bir ev gibidir. Birileri bizden önce kapıyı açmıştır ve bizi zorla içeri davet eder.

Benim bahsettiğim, yapmamız gerektiğini (ya da basitçe yapabileceğimizi) düşündüğümüz ancak halen yapmak için istekli olmadığımız meseleler. İstek anahtarına sahipsek yapmamız gereken bellidir: Eyleme geçmek yani anahtarı çevirmek. Böylece yola devam edebiliriz. Fakat elimizde istek anahtarı olmayınca ne yaparız? Bir dostum beni aydınlatıyor:

“Evet, bu işe devam ediyorum ama onu yapmak istemiyorum. İstediğim başka bir şey. Başka bir şeyi çok istediğim veya ona zorunda hissettiğim için bu işi, ona önkoşul olarak koyuyorum. Örneğin yemek pişirmeyi sevmiyorum ve istemiyorum. Ancak aynı zamanda aç kalmak da istemiyorum, doymak istiyorum. Böylece başka bir isteğimi işe koşuyorum.”

Bu ilk bakışta yedek anahtarı kullanmak gibi gelmişti ama sonra buna “bacadan girmek” demenin daha doğru olacağını düşündüm. Çünkü örnekten de anlaşılacağı gibi kişi yapması gereken işe girişmek yerine resmen başka işe girişti, sanki sonuca atladı. Bu bambaşka bir eve girip onun çatısından asıl eve atlamaya benziyor. Böylece eve bacadan giriyoruz.

İsteğin olup olmadığı iki farklı durumda neler yapabileceğimiz anladık. Tabi bunun varyasyonları oluşturulabilir. Belki de yapmak istemediğimiz şeylere “duvarları yıkarak” ya da “kapıyı omuzlayarak” da ulaşabiliriz, orası size kalmış. Fakat benim aklıma takılan ikinci mesele şu: Peki ya istemek yeterli değilse? Bazı durumlarda biliriz ki istemek tek başına bir işe yaramıyor. Öğrenmeyi çok arzuladığımız bir mesele karşısında yine atıl kalabiliyoruz.

Bir anahtarım var, anahtarı çeviriyorum da ama kapı açılmıyor ya da açılıyor ama hemen arkasından bir kapı daha çıkıyor. Burada istemenin yetmeme sebebi eyleme geçmek için daha fazla zamana ihtiyaç duymak aslında. Misal, bir topu parmak ucunda çevirmek ve bir karakalem portre yapmak gibi iki farklı yetkinlik arasında müthiş bir zaman farkı vardır. Biri çok daha hızlı öğrenilebilirken diğeri daha fazla zaman ve emek ister. Demek ki isteme anahtarı tek başına yeterli gelmez. Meseleye ulaşırken ne kadar anahtar çevireceğimizi ya da kaç kapıyla burun buruna geleceğimizi de önceden kestirmek ve ona göre zaman ve enerji hazırlamak gerekir.

Tabi buna basitçe planlama diyoruz. Bazı giriş kapıları içeriye daha hızlı ulaşmayı da sağlar veya daha az anahtar çevirmek gerektirebilir. Herhalde bu da önceliklendirme dediğimiz şeye tekabül ediyor. Ev, odalar, kapılar, anahtar: Mesele, alt başlıkları, giriş konuları ve istek. Ve tüm bunların kombinasyonlarından doğan planlama ve önceliklendirmeler. Sanırım buraya kadar her şey tamam.

Aklıma takılan yalnızca son bir şey var: Her şey tamam olduğunda bile neden hala eve giremeyebiliyoruz? Sonuçta anahtarımız cebimizdeyken, kapılar belliyken ve planlamada da sıkıntı yaşamıyorken kapıları takır takır açıp içeri girmek varken neden hala bahçede çimlerin üstünde ya da verandada sandalyede oturmuş bir şeyleri bekliyoruz?

Aklıma gelen tek bir cevap var: İçeride ne olacağını bilmiyoruz. Daha doğrusunu söylemek gerekirse “içeridekini gördükten sonra bizim ne olacağımızı” bilmiyoruz. Planlama ve önceliklendirme yanılgılarını aştıktan sonra bile her yeni becerinin zahmeti dışında bir de artık öğrenme sorumluluğu vardır. Her bir mesele, öğrenmenin beraberinde bizleri değiştirir ve dönüştürür. Bildiğin bu yeni bilgiyle ne yapacaksın? Çünkü hiçbir şey yapmayacaksan öğrenmenin anlamı da yoktur. Bileninse artık büyük bir yükü vardır.

Bilgiyle ne yapılacağı, bilginin bizi nasıl dönüştüreceği, bilgiyi ne derece bileceğimiz; odaların sayısının ve içindekilerinin bilinmezliği… İşte bizi büyük kapının dışında, verandada yıllarca bekleten yalnız budur. Anahtarımız varken bile orada bir ömür geçirebiliriz.

Bunu nasıl yeneceğimizi de düşündüm elbet. Ayda ile daha önce “umut” kavramı hakkında konuşmuştuk. Özellikle de uzun zamandır umut etmediğimiz hakkında. Sonuçta bilinmezliklere karşı yapabileceğimiz pek fazla şey yok gibi: Umut etmek, güvenmek, inanmak. Yaşça küçükken ve henüz dünyanın adaletsiz bir yer olduğunu görmeden evvel bu gibi şeyler bir çocuğu yaşatabiliyor. Ancak büyüdükçe “umut etmek” duygusal ilkel beyne ait bir hatadan başka bir şey gibi gelmemeye başladı. Sonuçları hakkında hiçbir öngörüye sahip olmadığımız bir şey hakkında yalnız umut etmek ve bu umuda yaslanıp yola çıkmak büyük hatadır.

Yazının başında bana akıl veren dostum bu noktada metafora müthiş bir kavram kazandırdı: Karine. “Karine” kavramının ilk başta “zannetmek” ile eşdeğer kullanılabileceğini düşünmüştüm ancak sonra bambaşka şeylermiş. Zan, herhangi bir somut delil bulunmamasına rağmen gidip de odanın içindeki hakkında bir fikir sahibi olmak oluyor. Karine kavramı içinse amiyane tabirle “ipucu” lafı kullanılabilir. Karine daha çok odanın içinde ne olduğunu anlamak için camdan veya duvardaki deliklerden içeriye bakıp fikir yürütmeye benziyor. Karinede (özellikle hukukta) var olan işaretlerden yola çıkarak olası bir varsayımda bulunma ve bu varsayıma göre hükmetme vardır.

Ev metaforumuza da uygun diye düşünüyorum. Pencerelerden bakıp da ulaşacağımız hazinenin bir kısmını görmek ve bütünü hakkında güçlü bir varsayım oluşturmak, daha sonra bu güçlü varsayıma göre hükmedip yola devam edip etmeme kararını vermek… İşte yapmamız gereken budur. Ki umuda geri dönecek olursak da, zannediyorum bazen perdeler çekilidir bazen duvarlarda hiç delik yoktur. Bu gibi içeri görmenin imkanı olmadığı durumlarda da ya bir delik açıp içeriye bakmaya çabalamalı, yok bu da mümkün değilse fakat hala yola devam etmek lazımsa safça kendini kandırıp umut etmelidir.

Herhalde tüm bunların sonunda ev fethedilebilir.

Yorumlar

Popüler Yayınlar