Mektup 102: Nietzsche'nin Sancısı
İnsanın zihninin içinde kendi iyiliğini isteyen hiçbir düşünce bulunamayacağını iddia etmiştim. Sonra bu iddiamı genişletmiş “Yalnız içinde değil, dışında da onun iyiliğini isteyen hiçbir düşünce yoktur.” demiştim. Dışımızda bizden bağımsızca bizlerin iyiliğini isteyen kişilerin bulunmaması, sosyal ilişkilerin gerçek emelleri ve evrimsel psikolojik temelleri üzerinden tartışılabilir. Ancak “kendi içimizde” de kendi iyiliğimizi isteyen düşünceler bulunmamasının artık incelemeye değer olduğunu düşünüyorum.
“İyiliğini istemek” derken neyi kastettiğimizi açıklamakla
işe başlayalım. Burada ahlaken bir iyilikten söz ederken biz, stoacılıktan da
bilindiği üzere hazlardan kaçınmanın ve acıları kabullenmenin yahut çalışmanın
çokça övülmesinin yüksek iyiliğinden bahsediyoruz. İnsanı üst-insan yapacak,
düşünüp de kendini yoracak, iki adam fazla gidecek adam ve kadınların
peşindeyiz.
Şu halde içimizde bizim iyiliğimizi isteyen düşüncelerin
bulunmama sebebi de anlaşılır herhalde. Beyin daima tasarruf modunda çalışır. Evrimi
sağ olsun onun birincil gayesi, bir yandan gelişmektir amma daha çok içinde
konakladığı canlıyı korumak ve türünün devamlılığını sağlamaktır. Hayvanlardan
insana geçişte yükselen bilincimiz bunu entelektüel bir maceraya dönüştürmeyi
başarmış olsa da özümüzde, evet halen, bizler kendimizi hayatta tutmaya ve
üremeye çalışan canlılarız. Bu sebeple entelektüel tarafımız bizim ana
kumandamız değildir. Ana kumandamız halen hayvan tarafımızdadır.
Hayvan tarafımız, evet bu lafı amiyane bir tabir olarak
kullanıyorum, varsayılan modlarda gezinmeyi çok sever. Tembellik etmek, yatmak,
uyumak, en az çaba ile en çok hazzı toplamak... İşte bunlar bizim en sevdiğimiz
şeylerdir. Kime rahat batar da koca bir tarihi ezberler? Kim üşenmeyip de
divanlarca yazar? Kim insanlığın yüz çevirdiği matematik formüllerini çalışır?
Kim üşenmeyip de kalkıp bu dünyayı ve insan ruhunun dipsiz kuyusunu incelemeye
koyulur?
İlk bakışta denir ki bunu üst-insan yapar. Hâlbuki bu cevap
eksik ve alakasızdır, duygusal bir kaçıştır. Yukarıdaki her soruya verilecek
tek yanıt vardır: Yalnız kimseler. Evet, beynin en temel hayvani içgüdülerinden
noksan, sosyal yaşamda bunu başaramayarak geri kalmış yalnız kimseler bu
çılgınlıkları yapar. Yahut denebilir ki: Canları sıkılanlar. Onlar da dünyayla
oynamak ve onunla eğlenmek isterler çünkü yaratılışlarında bir şey daha
fazlasını arzulamaktadır ve onlar çoktan bilinenlere doymuşlardır. Aç bir köpek
gibi fazlasını arzularlar.
Böylece işte bu kimseler, insanlar içindedirler ama
üst-insana da kapılar açarlar. Her üst-insan bilmelidir ki en büyük dönüşümü ve
en büyük güçleri, en noksan kaldığı noktalardan ve anlardan ileri gelir.
Yalnızlık, entelektüel bir zihinle sonuçlanır. Açlık, merakla; kırgınlık,
akılla; ezilmek, güçle…
Fakat işte ilkel yanımız muhabbetine ve dikkat dağıtmalarına
devam eder, kısa ömrümüzde baki patron odur. İnsan üst-insan olmak istiyorsa
eğer bu ilkel tarafına çokça kulak vermelidir. Sonuçta nasıl ki insan
insanlığına devam etmek için hayvanlığını beslemeye muhtaçtır, ondan münezzeh
olamaz; anlamalıdır ki üst-insan da üst-insanlığına devam etmek için
insanlığını beslemeye muhtaçtır. Hayvanlık hazlarla, insanlık vicdanla,
üst-insanlık akılla anlaşılmaktadır.
Şu halde insanın yegâne gücü olan vicdan, ahlak ve duygular
halen üst-insanın malzemesi olmaya ve doyurulmaya devam edilmelidir. Duygular,
aklın doğru yönlendirilmesini sağlar ve ona güç kaynağı oluşturabilir.
Nietzsche’nin üst-insanlıktan duyguları atarak düştüğü ölümcül hata işte budur.
Sonu, bir atın boynuna sarılıp ağlamakla bitmiştir.
Yorumlar
Yorum Gönder