Mektup 108: Dilemma
![]() |
-Düşlerimde o büyük, metal kuzgunu gördüm- |
Değer çalışması yapıyordum. Yapay zeka yine imdadıma koştum. Eleme yapmadan evvel tam listeyi verip olan ne düşündüğünü sordum basitçe. Bana hiç fark etmediğim bir şey söyledi: “Hocam” dedi, “Bak bu değerlerin çok güzel, işbirliği içinde çalışırlar ama bazıları çelişiyor. Bunlar sıkıntı çıkarabilir.” Haddini aşarak bir tavsiyede bulundu: “Birleştirici bir ilke edin!”
Birleştirici ilke? Ömrümün en başından beri yapmaya çalıştığım şey bu değil mi? Fakat canavar kısmımın adalet maskesiyle açığa çıkmasından korktuğum için onca sene bekleyip durdum. İşte şimdi maceranın sonuna gelmişken yine eski püskü bir biçimde bana boşluktan başını uzatıyor: "Adalet! Hak edene hak ettiğini vermek, kısasa kısas, anaları ağlatanların analarını ağlatmak… Zayıfı korumak, güçlüyü korkutmak, haddini bildirmek…"
Bu düşünceler beni korkutuyor. Adalet yolunda acımasız bir tiran olmaktan korkuyorum. Türk insanı hiçbirini hak etmiyor, diyor iç sesim. Belki haklıdır. Sonra abartıyor, dünya insanı, diyor. Böylece tüm çaba ve tüm yaşam solup gidiyor. Eğer hak eden kimse yoksa yaşamın anlamı nedir? Şu noktada hak ettikleri yok oluş olabilir. Bu yüzden mi bir atom bombası düşleyip duruyorum? Görevim dünyayı kurtarmak mı yoksa onu insan denen virüsten temizlemek mi? Yoksa ikisi aynı şey mi?
Yorumlar
Yorum Gönder