Mektup 117: Cız Aynası

Ellerimden tutuyor. Bir koca karaltı şeklinde, boyumdan pek uzun yaratık, uzun tırnaklı pis elleri ve çarpık bacaklarıyla yanı başımda öylece dikiliyor. Kokusu bin hayvan leşinden daha beter, ağzından akan salyalar yerde küçük bir su birikintisi oluşturmuş. Boğazından çıkan o derin, boğuk, vahşi hırıltıyı duyuyorum. Alnımdan, sırtımdan soğuk soğuk terler damlıyor. Fakat işte yine de ellerimden tutmasına izin veriyorum.

Onunla doğmadım. İlkin mutlu ve sevecen bir çocuktum. Koşar, oynar, zıplar, öğrenir ve büyürdüm. Doyasıya haylazlık ettim, doyasıya kolumu bacağımı kırdım, dizlerimi yaraladım, kaşımı patlattım. Bunları yaparken de hiç mi hiç korkmadım. Ama bir vakit geldi ki annem, bu yaratığı bana tek hece ile dost ediverdi. Dudaklarından istemsizce çıkıveren bu tek hece “cız” idi. Cız, ellerime sımsıkı yapışmış bırakmayan bu acayip dev mahluktur.

Açıkçası ben de onun elini bırakamam. Annem bu tek heceyi söyledi söyleyeli bırakmayı da düşünmedim. Onun elini bırakırsam kimin elinden tutacağım? Ondan başka kimim var? Tuttuğum hangi eller beni onun kadar bu acı veren, iç yakan dünyadan kurtarabilir ki?  Annem bana ondan başka dost göstermedi. Ben her şeyimi onunla yaşadım, her şeyimi ona anlattım. İlk reddedilişimde, başarısız olduğum ilk sınavda, aldatıldığım ilk ilişkimde, beceriksizlikle yüzüme gözüme bulaştırdığım ilk mülakatımda hemen yine onun ellerine koştum. Onun çirkin bedenine sarıldım, gözyaşlarıyla ıslanmış yüzümü onun çirkin kollarına bastırıp gömdüm.

Şimdi yine hırıldıyor. Annem koydu onun adını ama bunu çok da mantıklı bir sebepten yaptı. Cız, benim koruyucum oldu. Yapmak isteyip tereddütte kaldığım dünyanın her olasılığına karşı söylenmiş bir “dur” işaretiydi. Avuçları avuçlarımı ısıttı ve o hırıltıların arasından beni hep teselli etti. Her başarısızlığımın arkasından onu duydum: “Tekrar deneme, başaramazsın.”

Onunla biraz zıtlaşıyor sayılırız. Sabah işe giderken çöpçüye selam vermedim misal. Önümde koşturan çocukları azarladım. Bir çöpü kovasına atmak yerine camdan fırlattım. Yapamadıklarımı düşünüp tam yedi sigara yaktım bugün. Bir dostumun haksızca işten atılmasına göz yumdum ve geçen gün sevgilimi başkasıyla aldattım. Annemin kalbini kıran sözler söyledim. Bunların tümünü isteyerek ama aynı derecede istemeyerek yaptım.

Yaptım ama vicdanın ağırlığı göğüs kafesimde sancılandı. Söyleyin, başka çare var mı? Sonuçta böyle olmalı. Ben yapmalıyım, pişman olmalıyım, cız olmalı, teselli görmeliyim. Böyle böyle yuvarlanıp gitmeliyim. Cız… Bir düşman. Cız… Çöpçülere kim selam verir? Cız… Çocuklar bağırılmayı hak ediyor. Sevgilim zaten beni sevmiyor, sigara beni o kadar da etkilemiyor… Cız, cız da cız…

Kendimi kandırıyorum teselli ediyorum. Şimdiye “cız” denen şey canımı yakmış olaydı çoktan ben ölmüş olurdum.  Cız hiç benim canımı yakmadı. Aksine vicdanımın göğsümü sıkıştırdığı her an imdadıma yetişti. İçime korkuya karşı nefretin ferahlığı verdi.

Başımı kaldırıp ona bakıyorum. Hırıltılarını duyuyorum, sıcak nefesini yüzümde hissediyorum. Fakat sonra duruyorum. Bugüne dek hiç başımı kaldırıp ona bakmadığımı hatırlıyorum, donakalıyorum. Zavallının yüzünün olması gereken yerde, özellikle gözlerini örten koca bir ayna! Aynada, donakalmış suretiyle… Ben mi? Hiç de bile. Yalnız tanımadığım bir yabancı…

Yorumlar

Popüler Yayınlar