Mektup 69: Balta

Zihnin, her problemin çözümünü içinde bir şekilde
barındırdığına inanıyorum. Sanırım buna rasyonalist görüş diyorlar. Bu,
yalnızca bellekle ilgili değil. Doğmadan evvel zihnime bir el tarafından
konulmuş da değil. Bu, zihnin olası deneyimi hesaplama kabiliyetinden doğuyor.
Gözlerimi kapatıyorum ve düşünüyorum. Bir bebekken adlandıramadığım onca şey
vardı etrafımda. Onların hepsini “kendimce” adlandırdım. Bazılarını zaten
adlandırmış olanlardan aldım. Büyüdükçe herkesin adlandıramadığı şeyler
olduğunu gördüm.
Adlandırma burada yalnızca isim koymak olarak anlaşılmasın.
İsim koymanın yanı sıra şeylerin mahiyetini kavramayı da içeren şemsiye bir
terim olarak kullanıyorum. Fikrim de şudur ki, benim bir şeyleri adlandırabilme
kabiliyetim işte bu ihtimalleri görme becerimden kaynaklanıyor. Elimde yalnızca
“dil” dediğimiz açık kaynak kodu var. Ben bu kodu eğip bükerek, bazen kendi
kaynak kodumu yazarak yepyeni adlandırmalar yapabiliyorum. Bu beceriyi bana
veren şey zihnin kendisi.
Yani her problem çözümüyle birlikte zihnimde bulunuyor
olmalı.
-
Bazen zihnim daralır. Tıpkı eskiyen, çürüyen bir orman gibi sarmaşıklarla kaplandığı ve düşüncelerimin hareket edemediği olur. O zaman gözümü kaparım, içime dönerim. Zihnimden, kendi problemine çözüm olarak bana bir “şey” vermesini isterim. Tüm şeyler zihnimin içinde zaten halihazırda vardır. Zihnimin bana vereceği o şeye güveniyorum. Vereceği şeyi eğer layıkıyla kullanamazsam herhalde bu benim onu kavrayamayışımdan kaynaklıdır. Çünkü her seferinde gördüm ki bu metotla zihnimden bir şey istediğimde bana hep en işe yarar şeyi veriyor.
Ellerimi uzatıyorum:
Şimdi avucumda bir balta var. Ahşap sapını sıkıca
kavramışım. Ağırlığını hissediyorum. Nacak dedikleri küçük bir el baltası bu.
Büyük bir baltaya göre daha hafif, daha kolay manevra yapabilen ancak daha iyi
bilenmiş. Aklıma gelen ilk şey haliyle zihnimdeki sarmaşıkların bu baltayla
temizleneceği oluyor.
İki elimle tutuyorum, sarmaşığın bir dalına sertçe
indiriyorum. Bir cam sesi. Sarmaşığa varmadan, arada kocaman bir cama
saplamışım baltamı. Tüm gerçekliğe uzanan bu cam evrenimin yarısını kaplar
halde paramparça olmuş. Nereden çıktı bu? Bin bir kırıkta yüzümün yansımalarını
görüyorum. Elimde balta, bin bir yüzüm. Bin bir halde bin bir benliğim.
Hepsinin bakışı, hepsini kafasının içindeki sarmaşığı başka başkadır.
Baltamı yine vuruyorum ama onlar vurmuyor. “Hadi” diyorum.
“Birlikte vuralım. Bu sarmaşık belasından ben tek başıma nasıl kurtulabilirim?
Gücüm tek başıma yeter mi? Bana yardım edin.” Yine vuruyorum, onlar duruyor.
Ellerinde balta, hepsi beni izliyor. “Ulan” diyorum. “Hadisenize. Neyi
izliyorsunuz? Yardım etmeyecekseniz çekin gidin bari beni oyalamayın.”
Yine vuruyorum. Aynalardan ellerini çıkarıp sarmaşığı
tutuyorlar. Sanki sarmaşığa değil de onlara vuruyorum baltamı. “Destek
olmadığınız gibi şimdi de köstek mi oluyorsunuz?”
Ağlaşıyorlar. Sarmaşıklar benim için iyi şeyler olaydı,
zihnim bana balta vermezdi. Bir baltanın bundan başka ne manası olabilir?
Baltanın mahiyeti kesindir, o halde bu aynalardakilerin başka bir derdi vardır.
Gözümü kapıyorum, aynanın içine giriyorum. Bin bir parçayım, tek baltalıyım.
“Buyurun,” diyorum. “İşte geldim. Derdiniz neyse anlatın,
çözelim.”
Zavallılar konuşamıyorlar. Çok konuşmak, çok dert anlatmak
istiyorlar ama yapamıyorlar. Ellerini kollarını sallayıp işaret etmeye
çalışıyorlar. Baltalarımızı bırakıyoruz, birbirimize yürüyoruz. Bin bir parça
halimle bin bir adamla bir toplantı bu. Amma yorucu, amma kırıcı. En sonunda
birinin omuzlarından tutup onu sarsıyorum: “Konuşsana be adam!”
Bana sıkıca sarılıyor. İnliyor ve ağlıyor. Bir şey anlatmaya
çalışıyor ama yapamıyor. Dokunduğu deriden başka hiçbir paylaşım yolu yok
ellerinde. Kokusuyla, sıcaklığıyla, kavrayışıyla isyanını dile getirmeye
çabalıyor. Omuzlarından tutup onu kendimden uzaklaştırıyorum ki yüzünü
görebileyim. Ama tuhaf bir şey oluyor, ağzından kan tükürüyor. Şaşıp kalıyorum.
Avuçlarımı çeşmeden akarcasına boşanan kana tutuyorum. Ağzının içinden bir cam
parçası çıkarıyor. Hepsi, hepsi acıyla boğazlarına yapışıyor ve kan kusuyor.
Boğazlarındaki cam parçaları canlarını yakıyor. Ne yutabiliyorlar ne
tükürebiliyorlar. Korkuyla aynadan
çıkıyorum.
Cam yutmuş bir adama nasıl yardım edilir ki, acısı nasıl
diner? Bana asla anlatamayacaklar, asla derilerinden daha fazlası
olamayacaklar. Güzel kokularını kan kokusu saracak, pamuk gibi tenleri yapış
yapış olacak. O an aklıma insanlık dışı bir fikir geliyor: Onları öldürmek.
Çünkü ölürlerse acıları da diner. Çünkü ölürlerse…
“Dur!” diyor aynanın sırrından başını uzatmış şeytanım.
Gözleri korkuyla bana bakıyor. “Ne o?” diyorum. “Ne istiyorsun?” Manalı manalı
beni süzüyor. “Ne’si mi var? Şeytan olan benim, şeytanca olan sensin. İnsan
katletmek insanca mıdır?” diyor. Bir müddet düşünüyorum.
O haklı. Görmekten rahatsız olduğum şeyi öldürecek kadar düşmedim ben. Mademki bu bin bir adamın boğazında camlar var, öncelik onlarındır. Onlara yardım edeceğim. Boğazına cam batmayan tek kişi benim. Sarmaşıklar, baltam hep burada dursunlar. Onlar olmadan ben, bu işin altından kalkamam. Ben onlara yardım edeceğim ki onlar da bana yardım edecek. Şeytanla bir olmayı başardım, şimdi bin bir parçamı birleştirme zamanı. Aynanın yansımasıyla sırrını dost ettim, şimdi kırık aynayı tamir etme zamanı.
-
Son cam parçasını da özenle çıkarıyorum boğazdan. Etin
içinden nazikçe çekiyorum o sivri ucu. Bu görüntü benim bile içimi yakıyor.
Gözünden yaş geliyor adamın. Son kanı tükürüyor, yarası hızla iyileşiyor. En
başta baltayı indirip kırdığım ayna tek parça oluyor. Şimdi hep birlikte bir
vücut gibi, elimizde baltalarla sarmaşıklara girişeceğiz. Onlardan yardım
bekliyorum. Bir kalabalık halinde aynadan çıkıyorlar. Güruhun hareketine
kapılarak ben de aynanın dışına sürükleniyorum. Ayaklarım havada ilerliyorum. Aynadan
önce başım, sonra kollarım, en son ayaklarım çıkıyor. “Şimdi…”
Arkamı dönüyorum. Tek başımayım. Tüm o kalabalık yok olmuş.
Gözlerim doluyor, ilkin çok kızıyorum. Sonra onlara karşı merhamet doluyorum ve
bana hediye ettikleri şeye bakıyorum. “Seni terk mi ettiler?” diyor şeytan.
Elimdeki tek baltaya, birleşmiş camdaki soluk yansımama bakıyorum. “Hayır,”
diyorum. “Terk etmediler. Onlar şimdi içimde, baltaları da şu baltanın içinde.”
Şeytan gülüyor. “Öyle olsun,” diyor. “Ama dikkat edesin, buralar benden de tehlikelidir.” Baltamı sarmaşığa indiriyorum. Kendime baltamla bir yol açıyorum. Haklı çıkıyorum.
Yorumlar
Yorum Gönder