Mektup 59: Şeytanla El Ele
Hastane odasında uyandım. Bir kriz ancak bu kadar
zorlayabilirdi insanı. Bildiğim tek şey o sesi bir daha duymayacağım, bir daha
kriz geçirmeyeceğim. Hakikat diye bir şey olmaması mümkün mü? İşte hakikat bu:
Bir hakikat var ve evren bizden ibaret. Şu hâlde kim nasıl tek bir hakikatin
hüküm sürdüğünü iddia edebilir? Hakikatim önündeki engel işte krizdeki o
sesti. Şimdi ben konuşuyorum, ses hepten sustu. Aslında bütün mesele pes etmek,
krize izin vermekmiş. Ben krizi durdurmadım. Onun ellerinden tutup onu kalbimin
en derinine, malikaneye götürdüm. Ve ona hakikatin önünde engel olmasının
sebebini sordum. “Benden ne istiyorsun?”
İstediği şey yalnız benmişim. İstediği şeyler,
istediklerimden farklı değilmiş. Ben ne istediğimi bilmediğim için, bir
başkasının benim yerime karar vermesinden korkuyormuşum. Belirsizlikten,
canımın yanmasından korkuyormuşum. Aptallık ediyormuşum.
Bunları düşününce göz kapaklarım yeniden ağırlaşıyor…
Karanlıkların elinden tutuyorum. Ayda’nın elini tutan
ellerim çözülmüş, Ayda yitip gitmiş. Pek çok kayıp ruh gibi onun da izi
silinmiş. Yüzünü anımsayamıyorum, hiç duymadığım sesini bilmiyorum, o sessiz
bakışları artık göremiyorum. Mütemadiyen bir karanlık. Mütemadiyen ve ben hangi
evrenin içine çekilirsem çekileyim beni takip eden, omzuma konan bir kara
kuzgun misali bir karanlık.
Ömrümün her saniyesinde geçmişi ve geleceği dolaştım.
Doğduğum gün karanlıklar yanı başımda dikiliyordu. Beşiğimi salladılar, bana
ninni okudular. Duvar halısındaki ceylanın gözlerinden onlarla konuştum. Beni
hep izlediler. Büyüdüm okula gittim, büyüdüm sahneye çıktım; büyüdüm evlendim,
büyüdüm çocuk yaptım; büyüdüm erdim, büyüdüm öldüm.
Fakat tam hatırlayamadığım bir zamandı. Bu karanlıklar bana
o sivri tırnaklı pis elleriyle bir armağan uzattılar. Bana geçmişi ve geleceği
gösterdikleri yetmiyormuş gibi bana hakikatin anahtarını verdiler. Ben
çocuktum, hakikati taşıyamazdım. Karanlıklar bana acıdı, karanlıklar başımı
okşadı. Karanlıklar çok büyük hatalar yaptı. Ve kaderine karşı gelip beni çok
sevdi.
Karanlıkların kaderi insanın kaderi gibi değildir. Onların
yaşamı bir insana musallat olmakla, insanı durdurmak ve zavallılaştırmakla
geçer. İnsanları atıl kılmak, hele ki dünyayı değiştirme potansiyeline sahip
insanları atıl kılmak onların damarlarında gezen kanlarında yazılıdır.
Fakat benim karanlıklarım, benden bir parça aldılar. Diğer
kimsede olmayan bana şahsi özümün en nadide parçası. Benden alındığından beri
ben bunun ne olduğunu bilmem. Belki meraktı, belki umut, belki de yalnız normal
olmaya karşı bir endişe. Fakat en çok da korku olabilirdi. Dünyadaki her
olasılığa karşı duyulan güvensizlik ve insanın kendisini iliklerine kadar küçük
bir fare gibi zavallı hissedişi. Karanlıklarım bunu benden öylesinde aldı ki,
ben bu korkuyu unutur oldum.
Ama sonra dikiş attı. Şeytanın elinden tutar oldum. Her gün
bin kez öldüm, karanlıklar beni bin kez diriltti. İnandığım şeyleri, benliğimi
unuttum. Karanlıklar sevdi beni ve ölmeme göz yummadı. Çok sevdiklerimiz hiç
ölmesin isteriz, karanlıklar da bunu istedi. Nereden bilsin insana verilen armağana
sahip olmayan bu zavallı karanlıklar? Nereden bilsinler sevdiğimiz şeyleri
özgür bırakmamız gerektiğini? Bilemezlerdi ve bilemediler. Ben uzun süre
araftaydım.
Bugün elimi tutan şeytanın kendisi oldum. Böylece ne şeytan
kaldı ne de ben. Artık her gün ölmeyecek ve her gün doğmayacağım. Artık ben olmayan şeylerden korkmayacağım. Her şeyin bir olduğu ve yüzlerinde yalnız
benim tezahür edebildiğim şeylerden nasıl korkabilirim? Evren bir koca ayna ve
ben aynaya bakanım. Yansımada ben, sırrında şeytanım. Ben hem aynanın ön
yüzüyüm hem de artık sırrıyım. Işığı geçirmem, ışık olurum.
Aydınlık için karanlıklarda savaşırım.
Yorumlar
Yorum Gönder