Mektup 38: Hayat Öyküsü

kimsin
eneslerdenbiri
evet ama hangisi

Neden bilmiyorum ama yaşanmış gerçek öyküleri anlatan film ve kitaplar tuhaf bir şekilde hoşuma gidiyor. En sevdiğim film türünü sorduklarında bilimkurgu, aksiyon ya da fantastik değil de "biyografi" diyorum. Ama kendi kendime de düşünmeden edemiyorum: "Ulan onca tür arasında senin ilgini nasıl olur da en fazla sıkıcı insanların sıkıcı hayatları çeker?"

Bundan bir hafta önce yeni bir ödev teslim etmem istendi. Ödevde tuhaf olan hiçbir şey yoktu, basitçe yaşam öykümden bahsetmem isteniyordu. Bilgisayarın başına oturup yazmaya başladım. "Adım şu, şu gün doğdum, şu okula gittim..." Basit bir yaşam öyküsü böyledir. Sonuçta daha tam olarak kendini bulamamış, ailesiyle yaşamına devam eden ve tek eğlencesi yazmak olan bir delikanlıyım. Yaşam öykümün çekici bir yanı olması nasıl beklenebilir ki?

Bu, ortaokul yıllarımda bir yaz tatilinde başlamıştı. Ordu'ya gitmiştik. Birkaç haftayı çoktan devirmiştik ki okuyacak kitabımın kalmadığını fark ettim. Mecburen çarşıya inip kitap almalıydım. Şansıma düşen kitap Çehov'un öyküleriydi. Çocuk aklımla bunu tam idrak edemeyerek, bilgisizce okudum. Büyüyünce öğrendim ki büyük usta Çehov durum öykülerinin babasıymış ve senin, benim gibi sıradan insanların sıradan günlerini konu alarak yazıyormuş. O zamanlar bu sıkıcı kitabı nasıl okuduğuma hayret ettim. Fakat Çehov'un öykülerini bugün hala aynı merakla, bıkmadan okuyabildiğimi gördüm. Bu beni daha da hayrete düşürdü.

Çehov'u küçümsemeye çalışmıyorum, kendimi küçümsüyorum. Ben insanlardan izole olmayı sağlıklı derecede seven, sıradan hayat stilini benimseyen ve kendince küçük dünyası olan bir adamım. Pek de insan sevdiğim söylenemez. İletişimim iyidir, yabani değilim. Ama ne yaparsın, insanoğlu öyle çok da sevinilesi bir canlı değil. Pek yakın arkadaşlıklarımdan birer birer kurtularak, akrabalarımdan uzak durarak bugünlere geldim. Kendimi boş zamanlarımda odaya kapatıyorum, bu da bir gerçek. Hatta daha ileri giderek söylüyorum ki bana bir dilek hakkı verseler insanlığı yeryüzünden silerim çünkü tüm bu tantana fuzulidir.

Lisede daha bilinçliydim. Evliya Çelebi'nin Seyahatnamesi'ne aşık olmuştum. Bilinçli bir şekilde onu okumak ve onunla birlikte diyar diyar gezmek isteği doğmuştu içimde.  Fakat bundan evvel bilgi edinmek için onu hakkında yapılan araştırmaları okumaya karar verdim. Birkaç ay içinde Evliya Çelebi ve eseri hakkındaki pek çok araştırmayı bitirmiş ve oturup Seyahatname'yi okumaya başlamıştım. Şehir kaleleri hakkındaki sıkıcı bilgilerin dışında, bir devenin yahut eşeğin sırtında, dünyayı gezmek çok hoşuma gitmişti. Evliya Çelebi'nin Karadeniz seyahatinden sonra deniz yolculuklarına tövbe etmiş olması beni amma güldürmüştü. Mısır'da son bulan hikayesinin nasıl son bulduğunu - yazamadığı için - asla okuyamadım ama uzun bir süre düşlerimde bu hayatın bitişini tasarladım.

Evliya Çelebi hakkında yazılmış araştırmaları okurken kullandığım kaynakla aynı yayından çıkan bir başka kitap elime geçti. Bu kez Mehmet Akif ve eseri hakkında yazılmış araştırmaları içeriyordu. Elimde de uzun süredir orijinal Safahat - Türkçe çevirisiyle birlikte - bulunuyordu. Okumak için yine aynı yöntemi izlemeyi seçtim ve dün, hakkında yazılan araştırmaları bitirdim. Umuyorum pek yakında Safahat'a da başlarım.

Dünyayı gezme isteğime karşı Evliya Çelebi okumak, şiir yazma alışkanlığıma karşı Mehmet Akif okumak herhalde hayatımda yaptığım en mantıklı şeylerdir. Çünkü Mehmet Akif'i önceden de çok severdim. Safahat'ten çat pat bildiğim birkaç şiiri - özellikle Küfe - beni çok büyülemişti. Vermek istediği toplumsal öğütleri ikiliklere özenle işliyordu. Mektup 6 ve Mektup 14'teki şiirlerimi ben de ondan ilhamla - fakat hece ölçüsüyle - kaleme almıştım.

Bana verilen ödevi bir şekilde hallettim, kısa sürdü ve doldurma satırlarla bitti. Ama yaşam öykümü yazabilmek için yaşamam gerektiğine kanaat getirdim. Bir gün geriye dönüp baktığımda anlatacağım bir şeyler olması beni mutlu ederdi. Tek bir daire etrafında dönüp durmak yerine karmaşık zikzak yollar kat etmek istiyorum. Bu konuda şu öykü takdire şayandır:

Bir gün bir yazar annesine gidip onun hayat öyküsünü yazmak istediğini söylemiş. Annesi birbirinin aynı günleri yazarak bir şey elde edemeyeceğini söyleyerek oğlunu hayal kırıklığıyla cevaplamış. Aynı yazar aylar sonra bir seyahatinde yıllar boyunca aynı yerde oturan ve gününü hiçbir şey yapmadan geçiren yoksul bir ihtiyarla karşılaşmış ve aynı cümleleri ona karşı sarf etmiş. Ertesi gün ise bu yoksul ihtiyarı yerinde bulamayarak şaşırmış. Biraz arayınca onun bir pazarda gülerek çalıştığını görmüş. Nedenini sorduğunda ise şu cevabı almış:
"Arkamda okunmaya değer bir hayat bırakmak istediğime karar verdim."

Öykü elbette büyük oranda abartılmış veya uydurulmuştur. Fakat bir düşün. Sana verilen ödev dışında, okullar uğraşlar ve aldığın ödüller dışında, okunmaya değer bir hayat öykün var mı? Gerçekten o yoksul ihtiyar gibi tüm gün aynı yerde oturmadığını söyleyebilir misin?

Ben bu blogu biraz da bunun için açtım. Hayatımda her ne yaptıysam da bunun için yaptım. Kim olduğumu bilmek, kendimi tanımak, bu dünyadan göçmeden evvel onu anlamak istiyorum. Çok mu filozofça? Bence değil. "Çünkü üzerine düşünülmemiş bir hayat, yaşamaya değmez." Bugün dünya üzerinde gördüğüm tüm kötülük, tüm kin ve nefret konfor alanından çıkamamaktan, tembellikten, "ben yapamadıysam onlar da yapamasın" cümlelerinden kaynaklanıyor. Tüm dünya nüfusu, tüm anne babalar sırf yaşayamadıkları hayatı yaşasın, beceremediklerini becersin diye çocuk sahibi oluyor.

Hayat öykümü çocuklarıma yüklemeyeceğim. Bu hayata ben başladıysam onu kendi ellerimle devam ettirebilmem gerekiyor. Hayaller benimdir, hayatım benimdir. Doğrularım, yanlışlarım; başarılarım, başarısızlıklarım; dostlarım, düşmanlarım hep benimdir. Yaşanmamış bir ömür için bir ömür boyu vicdan azabı çekmek, herhalde bu dünyada cezaların en büyüğüdür.

Yorumlar

Popüler Yayınlar